Sayfalar

11 Nisan 2012 Çarşamba

Tağuta Muhakeme ve Şuphelere Cevap!



Nisa:60 - (Ey Muhammedi) Sana indirilen Kur’an’a ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.
   
      
  Allah (c.c), daha önceki ayetlerde kulları dünya ve ahirette mutlu eden, ülkeleri yükselten ve insanların, çatısı altında güven içinde yaşayacakları şeri hükümlerin temel kaidelerini, Kur’an’a ve sünnete bağlı olan ulu’l emre itaat edilmesi gerektiğini, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın bütün hayatı Kur’an ve sünnete göre düzenlemek demek olduğunu ve en doğru yolun Allah’ın şeriati olduğunu, ondan başka doğru yol olmadığını bildirdikten sonra bu ayette kendi hükümlerine başvurmayıp Allah’ın şeriatinin dışındaki hükümlere yani tağuta muhakeme olmak isteyenleri azarlıyor. Buna rağmen onların iman iddiasında bulunmalarını hayretle karşılıyor.

    Bu ayetin sebebi nüzulü hakkında değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerden sadece meşhur olanları zikredeceğiz.

    1 - İbni Abbas (r.a) dedi ki:

    “Ebu Berzat’el Eşlemi (Ebu Berzatel Eslemi; Mekke'nin fethinden önce müslüman olmuştur.Onun ismi Nadlate b. Ubeyd'dir.Yedi savaşa katılmıştır.Sonra Basra'ya yerleşmiştir.Horasan'da gazi olmuştur ve hicri 65 yılında orada ölmüştür.) kahin idi. Yahudiler arasındaki ihtilafı çözüyordu. Eşlem kabilesinden ihtilaf eden bazı kişiler ona başvurdular. Bunun üzerine Allah Nisa: 60,61,62 ayetlerini indirdi.” (İbni Ebi Hatim, Taberi) (İbni Hacer ElAskalani bu rivayet için; “senedi sahihtir” dedi.)

    2 - Cellas b. Sarnit, Mit’ib b. Kuşeyr, Rafı b. Zeyd ve Bişr müslüman olduklarını iddia ediyorlardı. Kavimlerinden bazı kişilerle ihtilafa düştüler. Kendi kavimlerinden olan kişiler ihtilafı çözmek için Rasulullah (s.a.s)’i çağırdılar. Fakat bunlar, kabul etmeyip cahili kanunlarla hükmeden kahinleri çağırdılar. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi.” (İbn-i Ebi Hatim, mürsel hadis)

    3 - Sabi dedi ki: “Bir yahudi ile bir münafık ihtilafa düştüler. Rüşvet almayacağını bildiği için, yahudi münafığa: “Muhammed’e muhakeme olalım” dedi. Fakat münafık bunu kabul etmedi. Sonunda Cuheyn’den bir kahine muhakeme olmaya karar verdiler. Bunun üzerine bu ayet inmiştir.” (İbn-i Cerir rivayet etti, mürsel hadis)


    4 - Kelbi, ibn-i Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet etmiştir:

    “Bu ayet, bir yahudiyle ihtilaf eden bir münafık hakkında inmiştir. Yahudi ona; “ihtilafı çözmek için Muhammed’e gidelim” Münafık ise “Kab b. El-Eşrefe gidelim” dedi. (Kab b.     El-Eşref Allah’ın Nisa 60’ta tağut olarak isimlendirdiği kişidir). Fakat Yahudi ısrarla Muhammed’e muhakeme olmak istedi. Münafık yahudinin ısrarı üzerine Rasulullah’a muhakeme olmayı kabul etti ve ona muhakeme olmaya gittiler. Rasulullah yahudinin lehine hüküm verdi. Münafık, Rasulullah’ın huzurundan çıkınca Rasulullah’ın hükmünü kabul etmedi ve; “Ömer b. Hattab’a gidelim” dedi. Ömer b. Hattab’a gittiler. Ömer’in huzuruna gelince yahudi, Ömer’e şöyle dedi: “Bu adamla ihtilaf ettik, ihtilafı çözmek için Muhammed’e gittik. Muhammed benim lehime hüküm verdi. Bu ise Muhammed’in hükmünü kabul etmedi ve Ömer’e gidelim, dedi. Israrla bunu benden istedi. Bunun üzerine sana geldik. Ömer, yahudinin sözlerini duyunca münafığa dönerek:

    “Böyle mi oldu?” diye sordu. Münafık: “Evet” dedi. Ömer:    

    “Biraz bekleyin. Eve gidip geleceğim” dedi. Eve gitti. Kılıcını alıp, beline taktı. Sonra onların yanına gelip münafığa ölünceye kadar kılıcıyla vurdu ve şöyle dedi:

    “Allah’ın ve Rasulünün hükmünü kabul etmeyenlere karşı benim hükmüm budur.” Yahudi bunu görünce kaçtı. Bunun üzerine bu ayet indi. Cibril (a.s) dedi ki:

    “Ömer hak ile batılı ayırdı. Oun için “Faruk” ismini aldı.” (Bu rivayet çok zayıftır. Çünkü kelbi rivayet etmiştir.)

    Bu rivayetin sebebi nüzulü ne olursa olsun hükmü kıyamete kadar amm’dır. Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki Kur’an ve sünnetin hükümlerine muhakeme olmak istemeyen onun dışındaki hükümlerle hükmetmek veya onlarla muhakeme olmak isteyen kişi istediği kadar Kur’an ve sünnete iman ettiğini söylesin. Bu söylediği şeyler yalan bir iddiadan başka bir şey değildir. Çünkü Allah’a ve rasulüne iman eden bir kişi ikrah (gerçek zorlama) durum hariç hiçbir zaman Kur’an ve sahih sünnetin dışındaki hükümlere, yani tağutun hükümlerine muhakeme olmak istemez ve asla başvurmaz. Çünkü tağutun hükümlerine (Kur’an ve sünnetin dışındaki hükümlere) muhakeme olmak isteyen kişi tağuta iman etmiştir. Halbuki Allah apaçık bir şekilde tağutu reddetmeden iman edilmeyeceğini bildirmiştir.

    “Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar.”

    Kim Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka hükümlerle hükmeder veya bu hükümlerle muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş ve tağuta iman etmiş olur. Halbuki Allah bütün mükelleflere Allah’a iman edip tağutu reddetmelerini emretmiştir ve bütün rasulleri bu emri bildirmek için göndermiştir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Şüphesiz ki her topluluğa; “Allah’a ibadet edin, tağutlardan sakının” diye rasuller gönderdik.” (Nahl: 36)

    Şüphesiz Allah’ın ve rasulünün hükümlerine başvurmayıp tağutun hükümlerine başvuran kişi şeytanın hükmü altına girmiştir. Onun için Allah (c.c) bu ayette: “Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurmuştur.

    Allah (c.c), ayetin bu bölümünde “tağuta muhakeme olmak istiyorlar” buyurmuştur. Bu gösteriyor ki, tağuta muhakeme olmayı istemek bile apaçık bir küfürdür. Elbette ki tağutun hükümleriyle hükmetmek ve tağutun hükümlerine muhakeme olmak daha çirkin ve daha büyük bir küfürdür.

    Zamanımızda islam devleti olmadığından ve bütün medeni mahkemeler tağutun hükümleriyle hükmettiğinden dolayı bu mahkemelere başvuran, kendilerini müslüman sayan bazı kişiler kendilerini bu ayetin hükmünden sıyırmak için bu ayeti:

    “Allah’ın bu ayette küfür dediği şey tağuta muhakeme olmayı kalben istemektir. Her ne kadar hakkımızı almak için tağutun mahkemesine başvursak da kalben bu hükümleri istemeyip reddediyoruz. Onun için tağuta muhakeme olsak bile kafir olmayız.” şeklinde açıklıyorlar.

    Bu, apaçık bir cehalettir. Şeytanın kandırmasından başka bir şey değildir. Allah (c.c) bu ayette tağuta muhakeme olmak istemenin bile küfür olduğunu bildiriyor. Bilfiil muhakame olmak ise bundan daha büyük bir küfürdür. Tağutun hükümlerine muhakeme olan kişi; “ben muhakeme olmak istemedim” diyemez. Eğer gerçekten istememiş olsaydı mahkemeye başvurmazdı. Çünkü hiç kimse onu mahkemeye başvurmaya zorlamamıştır. Ayrıca bazı cahiller:

    “Ancak Allah’ın hükümlerinin uygulandığı bir ortamda tağutun hükümlerine başvurmak küfürdür. Yani; kişi ancak Allah’ın hükümlerine başvurabileceği halde bu hükümlere başvurmayıp tağutun hükümlerine başvurduğu zaman kafir olur. Zamanımızda şeriatle hükmeden mahkemeler yoktur. Şeri mahkemeler olmaması sebebiyle hakkı kaybolacağından dolayı tağutun mahkemesine mecburen başvuran kişi kafir olmaz” diyorlar. Onlara şöyle cevap verilir:

    “Allah’ın hükümleri her zaman vardır ve kıyamete kadar baki kalacaktır. Ayrıca Allah’ın hükümlerini kabul edip tağutun hükümlerini reddetmek imanın bir gereğidir. La ilahe illallah’ın manasıdır. Tağutun her çeşidini reddetmeyen ve Allah’ın hükümlerini her zaman hayatına tatbik etmeyi kabul etmeyen kişi La ilahe illallah Muhammed’un Rasulullah’a gerçek manada şehadet etmemiştir. Gerçek manada La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah’a şehadet eden kişi tağutun her çeşidini reddetmiş, Allah’ın kanunlarına inanmış ve hayatında yalnızca bu kanunları uygulamayı kabul etmiştir. Müslüman devlet olsa da olmasa da bu böyledir. Allah (c.c) Nisa: 60 ayetinde tağuta muhakeme olmayı istemekle tağuta inanmayı eşit tutmuştur. Bu gösteriyor ki tağuta muhakeme olmayı isteyen, tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Bilfiil tağutun mahkemesine başvuran kişi, iddiası ne olursa olsun apaçık bir şekilde tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Çünkü Allah (c.c):

    “Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar.” buyuruyor. Tağuta muhakeme olmak, tağuta iman, tağuta iman ise Allah’ı inkar manasına gelmektedir. Tıpkı tağutu reddetmenin Allah’a iman manasına geldiği gibi...

    Ayette; ”yezumun” kelimesi geçmektedir.” Yez’umun” kelimesi aksini yaptığı halde bir şeyi yalan yere iddia eden kişiler hakkında kullanılır.

    Allah (c.c) bu ayette; Kur’an’a ve daha önce indirilen bütün hak kitaplara inandıklarını iddia ettikleri halde bu iddialarını yalanlayan ameller işlemekte ve isteklerde bulunmakta olan bir taifeyi haber veriyor.

    Bu kimseler iyi bilmelidirler ki bu istek ve ameller kendilerinde bulunduğu müddetçe Kur’an’a ve ondan önceki hak kitaplara inanmış olmaları mümkün değildir. Bunların Kur’an’a ve daha önceki hak kitaplara inanmaları yalan bir iddiadan başka bir şey değildir.

    Bu nedenle Allah (c.c) bu ayette; tağuta, Kur’an ve sünnet dışındaki hükümlere muhakeme olmak istedikleri, yani apaçık bir küfür işledikleri halde, hem kendilerini hem de çevrelerindeki müslümanları kandırmak için Kur’an’a ve daha önce inen hak kitaplara inandıklarını iddia etmelerini hayretle karşılıyor ve gerçek imanın nasıl olması gerektiğini bildiriyor. Tağutun her çeşidini reddetmeden Allah’a, rasulüne ve indirilen kitaplara inanmanın mümkün olmadığını, mü’min olan kişinin ancak zahiren ve batinen, tağutun her çeşidini reddeden ve Allah’ın indirdiği herşeye zahiren ve batınen inanan kişi olduğunu bildiriyor.


    Şeytanın Sapıklığa Düşürdükleri:


    “Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”

    Tağutun hükümlerine muhakeme olmak istediği halde Kur’an’a ve ondan önce inen kitaplara uyduğunu iddia eden kişi şeytana uymuş ve derin bir sapıklığa sapmıştır. Şeytan insanları, kendine tabi ettirmek için her türlü hilelere başvurur. Onlara şöyle der:

    “Allah’ın hükümleri dışındaki hükümlerle muhakeme olmak istediğiniz veya muhakeme olduğunuz zaman kalbiniz bunu reddettiği müddetçe müslüman kalabilirsiniz. Ameller önemli değildir. Önemli olan kalpteki inançtır. Allah’ın hükümleri ortadan kalkmıştır. Şeri hükümlerle hükmeden mahkemeler yoktur. Hakların kaybolmaması için tağutun mahkemesine başvurmaktan başka bir çare yoktur. Bu durumda tağutun mahkemesine başvurmak tağuta inanmak demek değildir. Onun için küfür de değildir. Ancak şeri mahkeme olduğu zaman şeri mahkemeye gidilmeyip tağutun mahkemesine gitmek tağuta inanmak demektir.”

    Cahil olan kimseler şeytanın bu hilelerine hemen aldanmaktadırlar. Oysa şeri mahkemeyi reddetmek ayrı, tağutun mahkemesine başvurmak ayrı bir küfürdür.

    Bu ayet gösteriyor ki Allah ve rasulünün hükmü dışındaki hükümler tağuti hükümlerdir. Kim onunla hükmederse tağut olur. Kim de bu kanunlara muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş, tağuta inanmış ve kafir olmuş olur. Bunları tekfir etmeyen kişi tağutu reddetmediğinden dolayı kafir olmu.ş olur. istediği kadar iman iddiasında bulunsun yine de kafirdir.

    Bu ayete göre Kur’an ve sünneti bırakıp insanların hayatlarını düzenleyen beşeri mahreçli kanunları her kim vazeder, vazedilmesine katkıda bulunur, yasalaştırır, tatbik eder ve reddetmezse kafirdir. Bu durumda yasama meclisi (ki teşride bulunur) yani teşri meclisi, teşri sultası, parlâmento; yasamayı lastik eden yasama meclisi yani parlâmenterler, uygulama safhasına koyan, yürütme organı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve yargı organı yapısı içinde yer alan hakim, savcı, avukatlar yine bu kanunlara dayanarak soruşturma yapan güvenlik kuvvetleri ve kafir sistemi koruma ve kollama ile görevli olanlar da bu çerçevededirler.

    Halka gelince... Her kim böyle bir şeye rıza gösterir, inkar etmezse ve nemelazımcı bir tavır takınırsa kafir olur. Çünkü bu insanlar küfrün tahakkümüne rıza göstermekte, islam şeriatinin kaldırılmasına, uygulanmamasına ilgisiz kalmaktadırlar. Onların kafir oluşu imanın şartı olan tağutu inkar etmemelerinden kaynaklanmaktadır.

    Bu ayet Allah’ın hükümleri dışında hüküm veren kişinin kim olursa olsun kafir olacağını göstermektedir. Bu kişinin hükümlerine başvuran, onun hükümlerini kabul eden kişi onu ilahlaştırmış ve onun gibi kafir olmuş olur. Allah’ın şeriati dışındaki kanunlarla hükmetmek için muhakkak hakim olmak şart değildir. Bir kişi de Allah’ın hükmü dışında bir hüküm verebilir. Örneğin; Allah içkiyi haram kılmıştır. Bir kişi Allah’ın içkiyi haram kıldığını bildiği halde; “içki haram değildir” derse Allah’ın şeriatı dışında bir hüküm vermiş, Allah’ın hükmüne rağmen bir hüküm verebileceğine inandığından dolayı kendisini ilahlaştırmış ve kafir olmuş olur. Bunu ister bir fert, ister bir grup, ister bir devlet başkanı, isterse de bir mahkemenin hakimi yapsın hükmü böyledir, değişmez.

    Hüküm verme yetkisi sadece Allah’a aittir. Allah’ın hük­münü kabul etmek O’na ibadet etmek demektir. Bu yüzden Allah’ın hükmü dışında bir hüküm koyan kişinin hükmünü kabul etmek ona ibadet etmektir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Hüküm vermek sadece Allah’a aittir.” (Yusuf: 40)

    “O, hüküm vermede hiçbir şeyi kendisine ortak ka­bul etmez.” (Kehf: 26)

    “İyi biliniz ki yaratma da hüküm verme de O’nun hakkıdır. Alemlerin rabbi olan Allah yücedir.” (A’raf: 54)

    Bunlara benzer birçok ayetler vardır. Zaten bütün rasullerin gönderiliş gayesi insanların Allah’ın hükümlerini uygulamaya ve onun dışındaki hükümleri (tağutları) reddetmeye davet etmektir.

    Gerçek manada şehadet edip islam’a giren kişi sadece Allah’ın hükümlerini kabul etmiş ve onun dışındaki hükümleri, reddetmiştir. Hiçbir zaman bilerek Allah’ın şeriatı dışında bir hüküm vermez, insanları da bu hükme tabi ettirmez. Allah’ın hükmü dışında hüküm veren hakimlere başvurmaz, bu hakimlere saygılı davranmaz, onlara itibar etmez, onlardan yetkileri dahilindeki hiçbir şeyi istemez. Örneğin; onlardan tahliye, af, evrakları yeniden gözden geçirme gibi taleplerde bulunmaz. Müslüman bu gibi hakimlerden isteyebileceği tek şey Allah’ın kanunlarının uygulanmasıdır.

    Şöyle iddia edilebilir: Nisa 60 ayeti Medeni bir ayettir. Allah tağutun mahkemesine başvurmanın küfür olduğu hükmünü Medine’de indirmiştir. Onun için tağutun mahkemesine başvurmak ancak müslüman devlette küfür olur. İslam hükümleri olmadığı için darul harpte tağutun mahkemesine baş vurmak küfür olmaz.

    Böyle iddia eden kişiler ne Nisa 60 ayetini, ne islam’ı ne La ilahe illallah’ı, ne de tağutun mahkemesine başvurmanın ne demek olduğunu kavramış değillerdir. Bu zihniyete sahip olan kişilerin iddiaları; “tağutu reddetmek ancak müslüman devlette gereklidir. Çünkü; “tağutu inkar edip Allah’a iman eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır.” (Bakara 256) ayeti Medine’de inmiştir” iddiası gibidir.     Eğer onlar islam’ı anlasaydılar bütün rasullerin gönderiliş gayesinin Allah’ın kanunlarını bildirmek, insanlara Allah’ın kanunlarına uymalarını emretmek, insanları sadece Allah’a taptırmak ve Allah’ın kanunları dışındaki bütün kanunları, fikirleri reddederek Allah’tan başkalarına tapmaktan uzaklaştırmak olduğunu bilirlerdi. Bütün rasullerin ilk tebliğ ettiği şey budur. Ancak bunları kabul eden kişi müslüman olur.

    La ilahe illallah’a iman; Allah’ın itaat edilmesi gereken tek varlık olduğuna inanmak, sadece O’nun bildirdiği şeriatı hayat nizamı olarak kabul etmek, O’nun şeriatı dışındaki bütün fikir ve sistemleri reddetmekle başlar, islam’a girmiş olan bir kişi sadece Allah’ı ilah olarak kabul etmiş ve ibadetlerin sadece Allah’a yapılması gerektiğine inanmıştır, islam’a girmekle hüküm verme yetkisinin bir ibadet olduğunu kabul etmiştir. Bunu kabul etmeyen kişi Allah’ı tam olarak birlememiş ve tevhid akidesine sahip olamamıştır.

    Mekke’de hiçbir müslüman Allah’ın ve Rasulullah’ın hükmü dışında bir hükme başvurdu mu? Bunlara muhakeme oldu mu?

    Bu ne Mekke’de ne de Medine’de olmuştur. Bunu ancak Medine’de, zahiren müslüman olan, gerçek manada iman etmeyen münafıklar yapmışlardır. Bunları yaparken müslümanlardan onları kim görmüşse münafık olduğunu anlayıp onlara zahiren kafir hükmü vermişlerdir.

    Tağuta muhakeme olmak la ilahe illallah’ı ilgilendiren bir meseledir. Tağutu reddetmek müslüman olmanın ilk şartıdır. Her türlü tağutu (yani Allah’ın şeriatı dışındaki sistemleri, hükümleri ve sahte ilahları) reddetmedikçe gerçek manada islam’a girmek, Allah’a iman etmek ve muvahhid sıfatı almak mümkün değildir.

    Nisa 60 ayeti tağuta muhakeme olmanın yasak olduğunu bildiren ilk ayet değildir. Tağuta muhakeme olma yasağı la ilahe illallah’ın tebliğinde bildirilmiş ilk emirdir. Çünkü tağutun mahkemesini reddetmek tağutun bir çeşidini reddetmektir. Tağutun her çeşidini reddetmek ilk inen emirdir. Zaten Nisa 60’ta buna işaret vardır. “Onu reddetmekle emrolunmuşlardı,”

    Nisa 60 ayetinin nüzul sebebi; Allah’a, Rasulullah’tan önce inen bütün hak kitaplara ve Kur’an’a inandıklarını iddia ettikleri halde tağuta muhakeme olmak isteyenlerin gerçek yüzünü, kalben inanmadıklarını ve iman iddialarının sadece sözden ibaret olduğunu bildirmektir. Çünkü gerçek manada ihlaslı bir şekilde inansaydılar tağuta muhakeme olmayı asla istemezlerdi.


    AYETTEN ÇIKAN PRATİK HÜKÜMLER


    1 - Bazı batı devletlerde ve kafir kanunlarını tatbik eden bazı Arap devletlerinde matbu senetler ve çekler vardır. Bunlarda bir takım şartlar yazılıdır. Bu şartlardan birisi şudur: “ihtilaf vukuunda falan mahkeme yetkilidir.” Tabii ki bu mahkemenin uyguladığı kanunlar İslami olmayan kanunlardır. Bu gibi senetlere imza atmak peşinen tağutun hükümlerini kabul etmek demek olduğundan küfürdür. Müslüman olan kişi bu gibi tuzaklara karşı dikkatli olmalıdır. Bu tür senetlere ve kağıtlara imza atmaması gerekir, imza attığı taktirde bu şartları kabul etmiş sayılır ve kafir olur.

    2 - Başkasının şikayeti üzerine tutuklanmış olan bir müslüman, eğer tağutun mahkemesine çıkartılacak ve o kanunlara göre hüküm uygulanacaksa müslümanın bu tür mahkemelere karşı red tavrı takınması gerekir. Hakime saygı ifade eden ve onun hükmünü kabul ettiğini gösteren sözler söylememeli ve hareketlerde bulunmamalıdır. Kendisini savunacak bir avukat tutmaması gerekir. Çünkü bu avukatın kendisi adına yaptığı, söylediği her şey onu bağlar. Ayrıca bu durumlarda avukat tutmak mahkemeye itibar etmek sayılır. Fakat hakime nasıl cevap verebileceğini :ve bu konudaki hileleri vekalet vermeksizin bir avukattan öğrenebilir.

    3 - Seri mahkemesi olmayan devletlerde miras konusunda “erkeğe bir, kıza bir” kanunu geçerlidir. Ve devlet mirasın dağılımını mahkemeye bırakmıştır. Bir müslüman mirasçı, mirasını almak için bu mahkemeye müracaat ederse küfre girer. Çünkü o, böyle yapmakla mahkemenin hükmünü, yani tağutun hükmünü istemiştir. Fakat müslüman mirasçılar babalarının mirasını kendi aralarında kafir, kanunlarına göre değil de İslam’a göre paylaştırıp bunu kafir mahkemeye sunarak: 

    “Biz aramızda böyle paylaştık, mirasın aramızda bu şekilde dağılmasını istiyoruz” derler.

    Hakim de bunu bu şekilde kabul ederse bu yaptıkları caizdir. Çünkü bu durumda hakimin hükmü değil mirasçının hükmü uygulanmış olur. Bu, tağuttan İslam hükümlerinin uygulanmasını istemek gibidir. Fakat hakimin istenilen bu şeyi reddedeceği, kafir kanunlarının uygulayacağı bilinirse caiz değildir.

    4 - Bazı batı devletlerde boşama yetkisi mahkemeye verilmiştir. Bu durumda boşanmak için mahkemeye başvurmak küfürdür. Çünkü Allah boşama yetkisini kocaya ve kadın zor duruma düştüğünde İslam hakimine vermiştir. Halbuki bu kafir kanunlarına göre karı-koca boşanmayı isteseler bile hakim onları boşamayabilir.

    5 -İhtilaf halinde İslam kanunlarını iyi bilen kafir bir hakem tayin edip İslam’a göre hüküm vermesini istemek , caizdir. Fakat müslüman hakim varsa onu seçmek gerekir.

    6 - Hükmü İslam’da mevcut olan herhangi bir meselede ihtilaf olduğunda, İslam’ın dışında hükmedecek bir kişiyi hakem tayin etmek küfürdür. Fakat İslam’da hükmü olmayan, tecrübeye ve bilgiye dayanan bir meselede uzman olan birisini hakem tayin etmek caizdir. Örneğin ev sahibi ile müteahhit ev inşaatı hakkında anlaşmazlığa girdiklerinde evde kullanılması gereken demiri, çimentoyu tespit etmek için bir kafir uzman mühendis tayin etmek caizdir veya trafik kazası anında hatalı olanı tayin etmek için uzman olan trafik polisini hakem tayin etmek caizdir. Fakat hiçbir zaman bu gibi durumlarda cezayı müeyyideyi uygulamak için tağutun mahkemesine başvurmak caiz değildir.

    7 - Tağuti mahkemede bazı kanunlar İslam’a uygun olabilir. Fakat hiçbir zaman “Bana uygulanacak olan kanun İslam’a uygundur. Onun için tağutun mahkemesine başvurabilirim” denilemez. Tağuti mahkemenin kanunlarının yüzde yüzü İslam’a uygun olsa, fakat “bu kanunları, filan meclisin kanunları olduğu için uyguluyoruz. Allah’ın kanunları olduğu için değil, denirse bu mahkeme bir tağuttur. Bu mahkemeye başvurmak tağutun mahkemesine başvurmaktır. .

    8 - Darul harpte bir kafirin eziyetinden kurtulmak için mahkemeye intikal ettirmeden polisten yardım istemek caizdir. Bu, Rasulullah’ın yaptığı talebi nusra hükmündedir.

.  Hakimden, Kefaletle Tahliye Edilmeyi istemek:


    Allah (c.c) bu ayette; şeriatın dışındaki hükümlerle hükmeden, ister bir fert, ister bir topluluk, ister bir parlamento, ister bir mahkeme olsun; onların hükümlerini sözlü veya ameli olarak kabul etmenin, hüküm verme yetkisini onlara tanımanın, şeytana inanmak ve Allah’ı inkar etmek demek olduğunu bildiriyor.

    Hüküm verme yetkisi sadece ve sadece Allah’a aittir. Kim bu yetkiyi eline alırsa ilahlık taslamış, kim de bu yetkiyi Allah’tan başkasına verirse verdiği kişiyi ilah edinmiş olur.

    Bazı insanlar bu ayetten sadece mahkemeye başvurmanın küfür olduğunu anlamışlardır. Onun için tağutun mahkemesine başvurmuyorlar. Fakat herhangi bir sebepten dolayı mahkemeye düşer ve bundan dolayı hapse girerlerse Allah’ın kanunları dışındaki hükümlerle hükmeden hakimden hiç tereddüt etmeden “yüksek kefaletle tahliyemizi istiyoruz” diyebiliyorlar ve bunu küfür olarak görmüyorlar. Hatta bunun küfür olmadığını ispat etmek için cahilane bir şekilde Yusuf (a.s)’ı delil gösteriyorlar. Tıpkı kafir devlette parti kurmanın, bakan olmanın caiz olduğunu söyleyerek Yusuf (a.s)’ı delil gösteren cahil ve sapık particilerin yaptığı gibi...

    Kafir devlette bakan olmanın hükmü ve bu konuyla ilgili olarak delil gösterdikleri Yusuf meselesi ileride Yusuf suresinde açıklanacaktır. Şimdi ise kafir hakimlerden tahliye istemenin küfür olmadığına dair delil gösterdikleri Yusuf meselesini açıklayalım:

    Yusuf (a.s) zindandayken kurtulacağını zannettiği zindan arkadaşından kralın yanında kendisini zikretmesini istemiştir, işte kendi yaptıklarım meşru kılmak için bu olayı delil göstererek, Yusuf (a.s)’ın hapisten çıkmak için kraldan tahliye istediğini iddia ediyorlar.     Zerre kadar ilmi olan bir kişi zamanımız hakimlerinden kefaletle tahliye istemenin Yusuf (a.s)’ın hapisten kurtulacağını zannettiği kişiden kralın yanında kendisinden bahsetmesini istemesiyle alakası olmadığını bilir. Fakat şeytan, ilmi olmayan, kendi yaptığına ne olursa olsun delil arayan kişiyi tıpkı çölde susamış olan kişinin serap görmesi’ durumuna düşürür. Ona Kur’an ve sünnetten kendi yaptığı ile alakası olmayan deliller buldurarak onu aldatır. Böyle kişiler kendilerinin haklı olduğunu zannederler. Çünkü şeytan onlara yaptıkları amelleri süslü göstermiştir, işte şeytanın insanı saptırmak için kullandığı hilelerden biri de budur. Şeytanın bu tür hilelerinden kurtulmak için iki şart gerekir. Bu şartlardan biri olmazsa şeytanın hilelerinden kurtulmak mümkün değildir.

    1 - İhlaslı olmak.

    2 - İlim sahibi olmak.

    Hakka tabi olmak için ilim sahibi olmadan sadece İhlaslı olmak yetmez. İhlaslı olmadan sadece ilimle de hakka tabi olunmaz. Bu meseleyle ilgili Yusuf kıssası şöyledir:

    Yusuf (a.s) zulmen, suçsuz olduğu bilindiği halde hiç mahkeme edilmeden, sırf kralın ve hanımının isteğiyle hapse atılmış ve orada uzun bir süre kalmıştır. Yusuf (a.s) hapisteyken kendisini hapse atan kral ölmüş, onun yerine başka bir kral gelmiştir. Fakat bu kralın Yusuf (a.s)’dan haberi yoktu. Yusuf (a.s) kendi durumuna dikkat çekmek için kurtulabileceğini zannettiği kişiye şöyle dedi:

    “Onlardan kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: “Beni efendinin yanında an.” Fakat şeytan ona efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf) birkaç sene daha zindanda kaldı.” (Yusuf: 42)

    Sonra kral bir rüya gördü. O zaman hapisten çıkan kişi Yusufu hatırladı) ve kralın yanında ondan bahsetti. Yusuf (a.s.) hiçbir zaman kraldan hüküm istememiştir, isteyemez de. Çünkü Yusuf: 40’da hükmün sadece Allah’a ait olduğunu, Allah’ın hükmünü kabul etmenin O’na ibadet olduğunu bildiren kendisidir. Hakimden tahliye talep etmek ondan hüküm istemek demektir. Bu yüzden Yusuf (a.s) kafir kraldan tahliye hükmü de istememiştir. Çünkü kral onu çıkarmak istediği halde hapisten çıkmak istemedi. Yusuf (a.s) kralın gördüğü rüyayı çok güzel bir şekilde tabir ettikten sonra kral Yusufu beğenmiş ve hapisten çıkarılmasını emretmiştir. Fakat Yusuf (a.s), tam olarak suçsuz olduğu ortaya çıkıncaya kadar zindandan çıkmak istemedi. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Adam Yusuf’un tabirini krala bildirince kral dedi ki: “Onu bana getirin. Elçi Yusuf’a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön de ona: “Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?” diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.” (Yusuf: 50)

    Bu ayet gösteriyor ki kral onu zindandan çıkarmak istediği halde çıkmak istememiştir. Çünkü Yusuf (a.s) af istemiyordu. Onun istediği hakkın ortaya çıkmasıydı. Meselesi tekrar gözden geçirilsin, suçsuz olduğu anlaşılsın...

    Yusuf (a.s) kraldan ne hüküm, ne tahliye, ne de af istemiştir. Zaten Yusuf (a.s) zindandan çıktığında krala ilk olarak tevhidi anlatmıştır. Hüküm verme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu bildirmiştir. Tıpkı zindan arkadaşları, gördükleri rüyaların tabirlerini sorduklarında tabir etmeden önce tevhidi tebliğ ettiği gibi... inşallah bu konuya Yusuf suresinde geniş bir şekilde değineceğim.

    Zamanımızdaki kafir kanunlara göre hakimden kefaletle tahliye istemek şöyledir:

    Bir kişi kafir kanunlarına göre suç işlerse savcı; hakim bu meselede kesin hükmünü verinceye kadar suçlu olduğu tahmin edilen kişinin hapishanede tutulmasını hakimden isterse hakim hüküm verinceye kadar o kişinin tutuklu kalmasına hüküm verebileceği gibi serbest bir şekilde mahkemeyi sürdürmesine de hüküm verebilir. Sanık mahkemeye intikal ettiğinde bu yetki sadece hakimin elindedir. Bundan anlaşılıyor ki sanığı tutuklu veya serbest olarak yargılamak için mahkemeyi devam ettirme hükmü hakime aittir ve hakim bunu bir hüküm olarak bildirir.

    Mahkemeye tutuklu olarak devam eden bir kişinin hakim kesin hükmü verinceye kadar hakimden kefaletle veya kefaletsiz tahliye istemesi, hakimden açık bir şekilde tutuksuz olarak mahkemeye devam etme hükmünü istemek demektir. Bu kişi açık bir şekilde hakimden hüküm istemiştir. Yani ‘hüküm verme yetkisini hakime tanımıştır. Allah’ın şeriatı dışındaki hükümlerle hükmeden bir hakime hüküm verme yetkisini vermiş demektir. Bu ise tağutun hükmünü istemektir. Nisa: 60 ve başka ayetlere göre apaçık bir küfür dür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder