Sayfalar

29 Nisan 2012 Pazar

Moda ve giyim yapımcılarına tapınma (kulluk yapıp, ibadet etme) sorunu...


Kendilerine "uygar" ismini takıp da insanlığın büyük bir kesimi üzerindeki biçiminde moda egemenliğinden daha büyük bir egemenlik görülmüş mü?

Bir moda ilahının beğendiği kıyafet, giysi, otomobil, mimarî, tablo veya defile olsun öyle bir tapınmayı temsil ediyor ki, ne bir cahiliyye erkeği, ne de kadını kendisini mümkün değil bundan kurtaramaz. Bunun dışına; mümkün değil çıkamaz. Eğer bu uygar cahiliyede insanlar modacılara gösterdikleri bağlılığın birazını Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya yapsalardı, itaatkâr birer kul olabilirlerdi. Şu halde eğer bu da ubudiyet (tapınma) değilse ubudiyet nedir? Eğer modacıların bu hakimiyet ve rablığı, hakimiyet ve rablık değilse, hakimiyet ve rablık nedir? Şekil ve yapısıyla bağdaşmadığı halde edep yerlerini gösteren elbiseler giyen, gülünç ve alay konusu olacak kadar boya sürünüp maskaralaşan zavallı kadınları zaman zaman görmek mümkündür. Çünkü bu zavallı kadın, moda ve giyim yapımcıları denilen zorba rablerin esiri olmuştur. Sahte ilahların zorlamasıyla böylesine bayağılaşan bu zavallı kadın, itaat ve tapınmaktan başka bir çare bulamıyor. Çünkü etrafındaki toplumun tümü bu ilahlara tapınmaktadır. Eğer tapınma bu değilse nedir? Eğer hakimiyet ve rablık bu değilse nedir?

 İnsanların Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya tapınmayı bırakıp kullara tapınmalarıyla karşılaştıkları bir alçalış örneği... Demek ki insan, kula kulluğun ve kulların egemenliğine mahkum olmanın en iğrenç şekli olan diktatör ve siyasi iktidarların itaatinden başka tapınma şekilleriyle de alçalıp bayağılaşmaktadır.

Bu bakımdan ibadet ve itaatteki tevhidin değerini iyice bilmek gerekir. Çünkü insanların ruh, namus ve mallarını koruyabilmeleri bu tevhide bağlıdır. Hangi şekliyle olursa olsun kulla kulluğun bulunduğu ortamda bu değerlerin korunmasına imkan yoktur. İster hakimiyet ve kanun koyma serbestliği, ister gelenek ve göreneklerin, isterse de itikat ve düşüncenin hakimiyeti biçimlerinde olsun kula kulluğun kaçınılmaz sonu budur. İşin hakikati budur.

İşte cahiliyye bu hale sokar insanları. Fıtratlarını bozar. Zevk, düşünce, ölçü ve değerlerini yozlaştırır. Şimdi cahiliyyenin insanlara yaptığı; onları elbiselerinden soymaktan, takva ve hayadan uzaklaştırmaktan başka ne ki? Bu kadarla da kalmayan cahiliyye bu çıplaklığına "ilericilik", "uygarlık" ve "modernizm" adını vermektedir.

Giyinik, iffetli ve özgür müslüman kadınları da "gericiler", "gelenekçiler" ve "köylü kadınlar" diye ayıplamaktadır. Mesh (hayvanlaşmak) işte budur. Fıtrattan uzaklaşmak işte budur. Sonra bugünkü cahiliyye Allah'ın hidayetine yönelenlere ne diyor biliyor musunuz? "Sapıtmışlar..."

Kokuşmuş bataklığa düşen ve cahiliyye çamuruna batan kimselere de arzu ve istekle kucağını açıyor. Sonra bugünkü cahiliyye, vücudunu peşkeş etmeyen genç kızlara; basbayağı yollara, kokuşmuş vücutlara iltifat etmeyen genç erkeklere ne diyor biliyor musunuz?

Evet cahiliye, müslüman gençlerin bu yüceliğine, bu temizlik ve arıklığına da "gericilik", "çağdışılık", "donmuşluk" ve "köylülük" diyor. Ve cahiliyye elindeki tüm basın ve yayın araçlarıyla inanmış insanların üstünlük, temizlik ve arıklıklarını içinde debelenip durduğu çamura ve kokuşmuş bataklığa batırmaya çalışıyor. Cahiliye, hiç şüphesiz aynı cahiliyedir. Değişen tek şey, şekiller ve şartlardır. Bu, gözle görülür bir manzaradır. İnsanları kula kul etme manzarası... İnsanın tüm "insanî meziyetlerini" soyup atan ve onu gelenek ve göreneklere köle eden bir manzara...

İnsanı, hem kendi arzularına, hem de kendi gibi birer insan olanların arzularına köle etmek... Kısaca bugünün müşrik erkek ve kadınları, üzerlerindeki kıyafetleri, yeryüzü rablerinden edinmişlerdir. Moda evleri, desinatörler, güzellik usta ve salonları, perde gerisinde gizlenmiş rabler haline gelmişlerdir. Günümüzün cahiliyye erkek ve kadınları uyanıp da bunları görmezler. Bu rabler, yerlerinde oturup emirler yağdırırlar. Yeryüzünün değişik bölgelerindeki çıplak hayvan sürüleri de hemen bu emirlere itaat ederler. Düşünmeden itaat ederler.

Yılın modası kadının boyuna posuna uymuş mu, uymamış mı, buna bakılmaz. Güzellik öğütleri, kendisine yarar mı, yaramaz mı, buna da bakılmaz. O, bayağılaşmış bir halde sadece itaat eder. Bu rablerin emrine uyar. Yoksa iradesini kaybetmiş diğer hayvan arkadaşları tarafından ayıplanır. Peki kimdir bu moda evlerinin, bu güzellik salonlarının, bu çıplaklık ve açıklık çılgınlığının perde gerisindekiler? Kimdir bu çılgınlığı alevlendiren film, resim, hikaye, roman, dergi ve gazetelerin arkasındakiler? Kimdir bu çoğu kez şerefsizlik ve fuhuş yayan dergi ve romanların gerisindekiler? Evet kimdir tüm bunları perde gerisinden yönetenler?

Bu beynelmilel teşkilatın perde gerisindeki yönetici, yahudidir. İrade yoksunu bu hayvanlara rablık ve sahiplik eden, yahudidir. Bu çılgın ateşin alevini her yerde alevlendirerek hedeflerine ulaşan yahudi...

Çünkü tüm alemi bu ateşin içine atıp eğlendirmek, arkasından da ruhî ve ahlakî değerleri yıkmak ve fıtratı bozarak insanı moda desinatörlerinin, güzellik ve süsleme uzmanlarının ve moda dünyası tarafından beslenen diğer pek çok sanayi dallarının elinde bir oyuncak yapmak; yahudilerin en büyük hedefidir. Giyim ve kıyafet meselesi, Allah'ın şeriat ve hayat sistemi meselesinden ayrı bir şekilde düşünülemez. Çünkü bu, pek çok nedenden dolayı akide ve şeriatle ilgili bir meseledir. Bunun en başta rububiyetle ilgisi vardır. Bu alanlarda insanlar için kanun koyan makam, gerek ahlakî, gerek iktisadî ve gerekse diğer hayatî yönler açısından büyük bir etkinliğe sahiptir. Ayrıca bunun beşer cinsinde bulunan insanca meziyyetlerle ilgisi vardır. Çünkü beşer cinsindeki insanî meziyyetler, hayvanî meziyyetlerden çok fazladır.

Ahlak ve düşünceleri, insanca zevk ve değerleri yozlaştırıp bozan cahiliye, hayvan gibi çıplak kalmayı "ilericilik" ve "kalkınmışlık" olarak, insanca örtünmeyi ise "gericilik" ve "çağdışılık" olarak kabul etmektedir. İnsanın fıtrat ve meziyyetlerini değiştiren bundan beter bir "mesh" olamaz, öyle cahiliyye adamlarını biliyoruz ki; "Dinin kıyafetle ilgisi ne? Dinin kadın giyimiyle ilgisi ne? Dinin güzelleşmekle ilgisi ne?" demektedirler.

Bu, her zaman ve her yerdeki cahiliyede yaşayan insanların başına bela olan bir "mesh" (insanlıktan çıkış) halidir. Bir ayrıntı meselesi gibi görünen bu dava, aslında Allah (Subhabehu ve Tealâ)'nın terazisinde ve İslamın hesabında büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu davanın her şeyden önce "tevhid" ve "şirk" sorunlarıyla ilişkisi vardır. İkinci olarak insan fıtratının ıslahıyla, insanın ahlakı, toplumu ve hayatıyla bağlantısı vardır. Çünkü bu çıplaklık tüm bunları fesada veriyor.

Sağlıklı fıtrat sahibi kimseler, edep yerlerini açmaktan nefret ederler. Edep yerlerini örtüp kapatmak, sağlıklı bir fıtratın gereğidir. Vücutları çıplak yapmaya; nefisleri takvadan, Allah ve insanlardan duyulan hayadan uzaklaştırmaya çalışanlar; dilleriyle, kalemleriyle ve her tür basın-yayın araçlarıyla bu çıplaklığı iğrenç şeytani yöntem ve değişik biçimlerde yerleştirmek isteyenler, hiç şüphesiz insanlığın düşmanlarıdır. İnsanı, fıtrî meziyetlerinden ve insanca özelliklerinden uzaklaştırmak isteyen kimselerdir. İnsanın insanlığını bozanlardır. İnsanın; en büyük düşmanı olan şeytana teslim olmasını isteyenlerdir. Çünkü insanın elbisesini bırakıp edep yerlerini açmasını isteyen şeytandır.

Kısaca bu kimseler, insanlığı çökertmeyi, ahlakı bozup yıkmayı hedefleyen siyonizmin korkunç planlarını uygulayan kimselerdir. Siyonizmin bu çöküşten hedeflediği şey, herkesin insanca direnme gücünü kaybetmiş olarak yahudî imparatorluğuna boyun eğmesidir.

Çıplaklık, hayvanî bir fıtrattır. İnsanlıktan aşağı bir dereceye düşenden başka hiç bir kimse buna meyletmez. "Çıplaklığı" güzel olarak görmek, beşeri zevki kaybetmişliğin bir sonucudur. Afrika'nın ortalarındaki ilkel insanlar çıplak idi. İslam uygarlığı bu bölgelere girer girmez, görülen ilk şey çıplakların giyinmesiydi.

Modern ilerici (!) cahiliyye insanlarına gelince; Onlar, İslâm'ın ilkel insanları içinden çıkardığı batağa saplanıp batanlardır. Oysa İslam, bataklıktan kurtardığı bu insanları İslamî anlamıyla uygarca bir düzeye; yani insanın meziyetlerini koruyan bir uygarlık düzeyine çıkarmıştır. Günümüz insanlarının savunduğu çıplaklık ise, hastalığın nüksetmesi ve cahiliyyeye tekrar dönüştür.

İtikad ve düşünce alanında Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına tapınmak; sonu gelmez evham, efsane ve hurafelerin pençesine düşmektir. Kimi haliyle putperest gerici cahiliyyeleri, kimi haliyle de sıradan gerici insanların kuruntularını temsil etmektedir bu batıl zihniyetler, öyle ki bozuk inanç ve sapık düşüncelerin etkisinde kalan bu ilkel insanlar, mallarını ve hatta zaman zaman da çocuklarını adayıp kurbanlar kesmektedirler. Bu duruma düşen kimseler, hayalî ilahların korkusunu hissederek yaşamaktadırlar. Cin ve ifritlerle ilişkili büyük sihirbazlara bağlı kahin ve türbedarların, esrarlı alemlerden konuşan pirlerin ve dokunulmaz adamların korkusuyla yaşamaktadırlar. Ve daha nice kuruntuların...

İnsanlara korku, ürperti, yakınlık ve umut veren hayaletlerin... Boyun büktüren, emekleri boşa çıkaran ve enerjileri tüketen daha nice batıl inançların...   Gelenek ve görenekler konusundaki Allah dışı mabutlara tapınmanın getirdiği yükümlülüklere ilişkin olarak moda ve giyim ilahlarını örnek vermiştik. Bu ilahların yolunda feda edilen pek çok namus ve ahlakî değerlerin yanında harcanan mal ve sarfedilen emekleri anmadan geçmek istemiyoruz.

Orta gelirli bir aile, parfüm, koku, boya, kuaför, her yıl değişen modaya göre alınacak kumaş, modaya uygun ayakkabı, saç ve ayakkabıyla uyumlu zinet eşyası ve kısaca bu uğursuz ilahların istedikleri diğer eşya masrafı olarak, gelir ve emeğinin yarısını ayırmaktadır. Evet, orta gelirli bir aile, gelir ve emeğinin yarısını, modaları sık sık değiştiren bu sahte ilahların havasına katılmak için harcamaktadır. Perde gerisinde ise, söz konusu sahte mabudların dünyasıyla ilgili sanayi dallarında kullanılan büyük sermayelerin sahibi yahudiler bulunmaktadır.

Bugünkü cahiliyyenin ne erkek, ne de kadını bu uğursuz ilahların istediği itaatten; yani emek, mal, namus ve ahlakını feda etmekten kendilerini bir an bile alıkoyamamaktadır. Geriye beşeri kanunlar koyan iktidarlara tapınmanın gerektirdiği yükümlülükler kaldı.

Bir Allah kulunun Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya adadığı hiç bir kurban yoktur ki, Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına tapınanların bundan kat kat daha fazlasını egemen rablerine adamış olmasınlar. Bundan kat kat daha fazla mal, can ve namusları feda etmiş olmasınlar. "Vatan" diye, "millet", "ırk", "sınıf", "üretim" diye ve daha nice isimler altında pek çok put ve rabler türetilmiştir.

Etrafında bandoların çalındığı, üzerlerine bayrakların çekildiği, putperestlerin tereddütsüzce mal ve canlarını feda etmeye çağrıldıkları pek çok put... Mal veya canıyla fedakarlık çağrısını duyan hiç bir putperest, tereddüt bile geçiremez. Çünkü tereddüt geçirmek, ihanet ve utanç demektir. Bu putların arzularıyla namus karşı karşıya mı geldi? Feda edilmesi gereken namustur. Ve bu iş, ayrıca bir şeref diye telakki edilir. Çünkü gerekirse putun uğrunda kan bile dökülmelidir. Çünkü putun etrafını saran borazanlar böyle buyuruyor. Rablıklarını ilan eden diktatörlerin borazanları böyle buyuruyor.

Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına tapınan kimseler, Allah yolunda yapılacak cihadın gerektirdiği fedakarlıkların aynısına ve hatta daha fazlasına katlanmaktadırlar.  Oysa ki Allah yolundaki cihadın gayesi; yeryüzünde sadece Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya tapınmayı (kulluk yapıp, ibadet etmeyi), insanların putperestlik ve tağutperestlikten kurtuluşu ve Allah (Subhabehu ve Tealâ)'nın dilediği şekilde insana yaraşır bir üstün hayat yaşamayı sağlamaktır.

Allah yolundaki cihadta başa gelecek acı ve işkencelerden; şehid olmaktan, can, mal ve evladı kaybetmekten korkan kimseler düşünmek zorundadırlar. Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına (yani tağuti güçlere) tapınmanın gerektirdiği malî, nefsî ve ailevî, ayrıca namusî ve ahlakî fedakarlıkların, fi sebililillah cihadın gerektirdiği yükümlülüklerden çok daha fazla olduğunu düşünmek zorundadırlar. Yeryüzü tağutlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen Allah yolunda cihad, tağutperestliğin gerektirdiği yükümlülükleri asla istememektedir.

Sonra tağutî tapınma (kulluk yapıp, ibadet etmek), bizatihi bir zillet, bir alçalış ve utançtır. Şunu da bilmek gerekir ki; ibadet ve tapınmayı sadece Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya ait kılma tevhidiyle kula kulluk ve tapınmayı reddetmek, insanın emek ve gelirinin korunması konusunda büyük bir önem arzeder. Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına tapınmayan kimsenin emeği; sahte ilahların keyfi uğruna harcanacağına yeryüzünün imarı, kalkınması ve hayat şartlarının iyileştirilmesi yolunda kullanılır. Ortada sık sık tekrarlanan apaçık bir gerçek vardır. Allah'ın kullarından biri kendisini tağutun tasallutundan kurtarmak istediği anlarda ortaya çıkan bir durum...

İnsanları, Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya değil kendi şahsına taptıran tağut, böyle bir durumda çeşitli yollara başvurur. İtaat edilip uyulan bir varlık haline gelebilmek için güç ve enerjilerin tümünü kullanır tağut... Kendisinin durmadan anılması, övgüsünün yapılması ve nimetlerine şükredilmesi için, basit ve sıradan bir kul olduğuna bakmadan şişinip durur. Kendisini büyük göstermek ve büyük ilahlık makamına geçebilmek için şişinir. Bu, sıradan ve basit kul görüntüsünü bir an bile şişirmekten geri durmaz. Büyüklüğüne dair konuşmalar yaptırıp övgü ve destanlar düzdürmesinin nedeni budur. Adının sık sık ve değişik vesilelerle anılmasını ve bu amaç için değişik türden merasimler düzenlenmesini istemesinin nedeni budur. Bu, sonu gelmez bir iş olarak sürüp gider.

Çünkü bir kul olmak özelliğiyle, unutulmaya, sönükleşmeye ve önemsiz bir hale gelmeye mahkumdur. Kendisini şişirip duran bunca çığırtkan, bunca borazan, bunca bando, övgü ve destanlar olmasa kısa zamanda unutulup tükeneceğini bilir. Bu sonu gelmez işin uğrunda öylesine enerji, işgücü, mal, can ve hatta zaman zaman da namuslar feda ediliyor ki; eğer bunların sadece bir kısmı faydalı üretim ve toprakların ıslahı amacıyla harcansaydı, insanlar hayır ve bolluk içinde yaşarlardı.

Şurası kesindir ki, insanlar tağuta tapınmayı bırakıp Allah'ın kulluğunu benimsemedikçe bunca işgücü, mal, can ve namusların verimli alanlarda kullanılması mümkün olmayacaktır. Bu örnekten açıkça anlaşılıyor ki, insanlığın uğradığı zarar büyüktür. Allah'a tapınmaktan yüz çevirip tağutlara itaat etmesinin sonucu olarak uğradığı işgücü zararı, üretim, onarım ve mal zararları büyük rakamlara ulaşmaktadır. Bunun yanında can ve namusların, insanî değer, ve ahlakın feda edilmesi... Bundan öte zillet, yoksulluk, pislik ve utanç dolu bir hayat... Bu, şartlar ve fedakarlıklar farklı niteliklerde bile olsa, tüm beşerî sistemlerin özelliğidir.

Şehid Seyyid Qutub/Davet Yolu- S:170-175

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder