Kendilerine
"uygar" ismini takıp da insanlığın büyük bir kesimi üzerindeki
biçiminde moda egemenliğinden daha büyük bir egemenlik görülmüş mü?
Bir
moda ilahının beğendiği kıyafet, giysi, otomobil, mimarî, tablo veya defile olsun
öyle bir tapınmayı temsil ediyor ki, ne bir cahiliyye erkeği, ne de kadını
kendisini mümkün değil bundan kurtaramaz. Bunun dışına; mümkün değil çıkamaz.
Eğer bu uygar cahiliyede insanlar modacılara gösterdikleri bağlılığın birazını
Allah (Subhabehu
ve Tealâ)'ya
yapsalardı, itaatkâr birer kul olabilirlerdi. Şu halde eğer bu da ubudiyet
(tapınma) değilse ubudiyet nedir? Eğer modacıların bu hakimiyet ve rablığı,
hakimiyet ve rablık değilse, hakimiyet ve rablık nedir? Şekil ve yapısıyla
bağdaşmadığı halde edep yerlerini gösteren elbiseler giyen, gülünç ve alay
konusu olacak kadar boya sürünüp maskaralaşan zavallı kadınları zaman zaman
görmek mümkündür. Çünkü bu zavallı kadın, moda ve giyim yapımcıları denilen
zorba rablerin esiri olmuştur. Sahte ilahların zorlamasıyla böylesine bayağılaşan
bu zavallı kadın, itaat ve tapınmaktan başka bir çare bulamıyor. Çünkü
etrafındaki toplumun tümü bu ilahlara tapınmaktadır. Eğer tapınma bu değilse
nedir? Eğer hakimiyet ve rablık bu değilse nedir?
İnsanların Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya tapınmayı bırakıp
kullara tapınmalarıyla karşılaştıkları bir alçalış örneği... Demek ki insan,
kula kulluğun ve kulların egemenliğine mahkum olmanın en iğrenç şekli olan
diktatör ve siyasi iktidarların itaatinden başka tapınma şekilleriyle de alçalıp
bayağılaşmaktadır.
Bu
bakımdan ibadet ve itaatteki tevhidin değerini iyice bilmek gerekir. Çünkü
insanların ruh, namus ve mallarını koruyabilmeleri bu tevhide bağlıdır. Hangi
şekliyle olursa olsun kulla kulluğun bulunduğu ortamda bu değerlerin korunmasına
imkan yoktur. İster hakimiyet ve kanun koyma serbestliği, ister gelenek ve
göreneklerin, isterse de itikat ve düşüncenin hakimiyeti biçimlerinde olsun
kula kulluğun kaçınılmaz sonu budur. İşin hakikati budur.
İşte
cahiliyye bu hale sokar insanları. Fıtratlarını bozar. Zevk, düşünce, ölçü ve
değerlerini yozlaştırır. Şimdi cahiliyyenin insanlara yaptığı; onları
elbiselerinden soymaktan, takva ve hayadan uzaklaştırmaktan başka ne ki? Bu
kadarla da kalmayan cahiliyye bu çıplaklığına "ilericilik",
"uygarlık" ve "modernizm" adını vermektedir.
Giyinik,
iffetli ve özgür müslüman kadınları da "gericiler",
"gelenekçiler" ve "köylü kadınlar" diye ayıplamaktadır.
Mesh (hayvanlaşmak) işte budur. Fıtrattan uzaklaşmak işte budur. Sonra bugünkü
cahiliyye Allah'ın hidayetine yönelenlere ne diyor biliyor musunuz?
"Sapıtmışlar..."
Kokuşmuş
bataklığa düşen ve cahiliyye çamuruna batan kimselere de arzu ve istekle
kucağını açıyor. Sonra bugünkü cahiliyye, vücudunu peşkeş etmeyen genç kızlara;
basbayağı yollara, kokuşmuş vücutlara iltifat etmeyen genç erkeklere ne diyor
biliyor musunuz?
Evet
cahiliye, müslüman gençlerin bu yüceliğine, bu temizlik ve arıklığına da
"gericilik", "çağdışılık", "donmuşluk" ve
"köylülük" diyor. Ve cahiliyye elindeki tüm basın ve yayın araçlarıyla
inanmış insanların üstünlük, temizlik ve arıklıklarını içinde debelenip durduğu
çamura ve kokuşmuş bataklığa batırmaya çalışıyor. Cahiliye,
hiç şüphesiz aynı cahiliyedir. Değişen tek şey, şekiller ve şartlardır. Bu,
gözle görülür bir manzaradır. İnsanları kula kul etme manzarası... İnsanın tüm
"insanî meziyetlerini" soyup atan ve onu gelenek ve
göreneklere köle eden bir manzara...
İnsanı,
hem kendi arzularına, hem de kendi gibi birer insan olanların arzularına köle
etmek... Kısaca bugünün müşrik erkek ve kadınları, üzerlerindeki kıyafetleri,
yeryüzü rablerinden edinmişlerdir.
Moda evleri,
desinatörler, güzellik usta ve salonları, perde gerisinde gizlenmiş rabler
haline gelmişlerdir. Günümüzün cahiliyye erkek ve kadınları uyanıp da bunları
görmezler. Bu rabler, yerlerinde oturup emirler yağdırırlar. Yeryüzünün değişik
bölgelerindeki çıplak hayvan sürüleri de hemen bu emirlere itaat ederler.
Düşünmeden itaat ederler.
Yılın
modası kadının boyuna posuna uymuş mu, uymamış mı, buna bakılmaz. Güzellik
öğütleri, kendisine yarar mı, yaramaz mı, buna da bakılmaz. O, bayağılaşmış bir
halde sadece itaat eder. Bu rablerin emrine uyar. Yoksa iradesini kaybetmiş
diğer hayvan arkadaşları tarafından ayıplanır. Peki kimdir bu moda evlerinin,
bu güzellik salonlarının, bu çıplaklık ve açıklık çılgınlığının perde
gerisindekiler? Kimdir bu çılgınlığı alevlendiren film, resim, hikaye, roman,
dergi ve gazetelerin arkasındakiler? Kimdir bu çoğu kez şerefsizlik ve fuhuş
yayan dergi ve romanların gerisindekiler? Evet kimdir tüm bunları perde
gerisinden yönetenler?
Bu
beynelmilel teşkilatın perde gerisindeki yönetici, yahudidir. İrade yoksunu bu
hayvanlara rablık ve sahiplik eden, yahudidir. Bu çılgın ateşin alevini her
yerde alevlendirerek hedeflerine ulaşan yahudi...
Çünkü
tüm alemi bu ateşin içine atıp eğlendirmek, arkasından da ruhî ve ahlakî
değerleri yıkmak ve fıtratı bozarak insanı moda desinatörlerinin, güzellik ve
süsleme uzmanlarının ve moda dünyası tarafından beslenen diğer pek çok sanayi
dallarının elinde bir oyuncak yapmak; yahudilerin en büyük hedefidir. Giyim ve kıyafet meselesi, Allah'ın şeriat ve hayat
sistemi meselesinden ayrı bir şekilde düşünülemez. Çünkü bu, pek çok nedenden
dolayı akide ve şeriatle ilgili bir meseledir. Bunun en başta rububiyetle
ilgisi vardır. Bu alanlarda insanlar için kanun koyan makam, gerek ahlakî,
gerek iktisadî ve gerekse diğer hayatî yönler açısından büyük bir etkinliğe
sahiptir. Ayrıca bunun beşer cinsinde bulunan insanca meziyyetlerle ilgisi
vardır. Çünkü beşer cinsindeki insanî meziyyetler, hayvanî meziyyetlerden çok
fazladır.
Ahlak
ve düşünceleri, insanca zevk ve değerleri yozlaştırıp bozan cahiliye, hayvan
gibi çıplak kalmayı "ilericilik" ve "kalkınmışlık" olarak,
insanca örtünmeyi ise "gericilik" ve "çağdışılık" olarak
kabul etmektedir. İnsanın fıtrat ve meziyyetlerini değiştiren bundan beter bir
"mesh" olamaz, öyle cahiliyye adamlarını biliyoruz ki; "Dinin
kıyafetle ilgisi ne? Dinin kadın giyimiyle ilgisi ne? Dinin güzelleşmekle
ilgisi ne?" demektedirler.
Bu,
her zaman ve her yerdeki cahiliyede yaşayan insanların başına bela olan bir
"mesh" (insanlıktan çıkış) halidir. Bir ayrıntı meselesi gibi görünen
bu dava, aslında Allah (Subhabehu ve Tealâ)'nın terazisinde ve İslamın
hesabında büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu davanın her şeyden önce
"tevhid" ve "şirk" sorunlarıyla ilişkisi vardır. İkinci
olarak insan fıtratının ıslahıyla, insanın ahlakı, toplumu ve hayatıyla
bağlantısı vardır. Çünkü bu çıplaklık tüm bunları fesada veriyor.
Sağlıklı
fıtrat sahibi kimseler, edep yerlerini açmaktan nefret ederler. Edep yerlerini
örtüp kapatmak, sağlıklı bir fıtratın gereğidir. Vücutları çıplak yapmaya;
nefisleri takvadan, Allah ve insanlardan duyulan hayadan uzaklaştırmaya
çalışanlar; dilleriyle, kalemleriyle ve her tür basın-yayın araçlarıyla bu çıplaklığı
iğrenç şeytani yöntem ve değişik biçimlerde yerleştirmek isteyenler, hiç
şüphesiz insanlığın düşmanlarıdır. İnsanı, fıtrî meziyetlerinden ve insanca
özelliklerinden uzaklaştırmak isteyen kimselerdir. İnsanın insanlığını
bozanlardır. İnsanın; en büyük düşmanı olan şeytana teslim olmasını
isteyenlerdir. Çünkü insanın elbisesini bırakıp edep yerlerini açmasını isteyen
şeytandır.
Kısaca
bu kimseler, insanlığı çökertmeyi, ahlakı bozup yıkmayı hedefleyen siyonizmin
korkunç planlarını uygulayan kimselerdir. Siyonizmin bu çöküşten hedeflediği
şey, herkesin insanca direnme gücünü kaybetmiş olarak yahudî imparatorluğuna
boyun eğmesidir.
Çıplaklık,
hayvanî bir fıtrattır. İnsanlıktan aşağı bir dereceye düşenden başka hiç bir
kimse buna meyletmez. "Çıplaklığı" güzel olarak görmek, beşeri zevki
kaybetmişliğin bir sonucudur. Afrika'nın ortalarındaki ilkel insanlar çıplak
idi. İslam uygarlığı bu bölgelere girer girmez, görülen ilk şey çıplakların
giyinmesiydi.
Modern
ilerici (!) cahiliyye insanlarına gelince; Onlar, İslâm'ın ilkel insanları
içinden çıkardığı batağa saplanıp batanlardır. Oysa İslam, bataklıktan
kurtardığı bu insanları İslamî anlamıyla uygarca bir düzeye; yani insanın
meziyetlerini koruyan bir uygarlık düzeyine çıkarmıştır. Günümüz insanlarının
savunduğu çıplaklık ise, hastalığın nüksetmesi ve cahiliyyeye tekrar dönüştür.
İtikad
ve düşünce alanında Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına tapınmak;
sonu gelmez evham, efsane ve hurafelerin pençesine düşmektir. Kimi haliyle
putperest gerici cahiliyyeleri, kimi haliyle de sıradan gerici insanların
kuruntularını temsil etmektedir bu batıl zihniyetler, öyle ki bozuk inanç ve
sapık düşüncelerin etkisinde kalan bu ilkel insanlar, mallarını ve hatta zaman
zaman da çocuklarını adayıp kurbanlar kesmektedirler. Bu duruma düşen kimseler,
hayalî ilahların korkusunu hissederek yaşamaktadırlar. Cin ve ifritlerle
ilişkili büyük sihirbazlara bağlı kahin ve türbedarların, esrarlı alemlerden
konuşan pirlerin ve dokunulmaz adamların korkusuyla yaşamaktadırlar. Ve daha
nice kuruntuların...
İnsanlara
korku, ürperti, yakınlık ve umut veren hayaletlerin... Boyun büktüren, emekleri
boşa çıkaran ve enerjileri tüketen daha nice batıl inançların...
Gelenek ve görenekler konusundaki Allah dışı mabutlara tapınmanın getirdiği
yükümlülüklere ilişkin olarak moda ve giyim ilahlarını örnek vermiştik. Bu
ilahların yolunda feda edilen pek çok namus ve ahlakî değerlerin yanında
harcanan mal ve sarfedilen emekleri anmadan geçmek istemiyoruz.
Orta
gelirli bir aile, parfüm, koku, boya, kuaför, her yıl değişen modaya göre
alınacak kumaş, modaya uygun ayakkabı, saç ve ayakkabıyla uyumlu zinet eşyası
ve kısaca bu uğursuz ilahların istedikleri diğer eşya masrafı olarak, gelir ve
emeğinin yarısını ayırmaktadır. Evet, orta gelirli
bir aile, gelir ve emeğinin yarısını, modaları sık sık değiştiren bu sahte
ilahların havasına katılmak için harcamaktadır. Perde gerisinde ise, söz konusu
sahte mabudların dünyasıyla ilgili sanayi dallarında kullanılan büyük
sermayelerin sahibi yahudiler bulunmaktadır.
Bugünkü
cahiliyyenin ne erkek, ne de kadını bu uğursuz ilahların istediği itaatten;
yani emek, mal, namus ve ahlakını feda etmekten kendilerini bir an bile
alıkoyamamaktadır. Geriye beşeri kanunlar koyan iktidarlara tapınmanın
gerektirdiği yükümlülükler kaldı.
Bir
Allah kulunun Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya adadığı hiç bir kurban
yoktur ki, Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına tapınanların bundan kat kat daha
fazlasını egemen rablerine adamış olmasınlar. Bundan kat kat daha fazla mal,
can ve namusları feda etmiş olmasınlar. "Vatan"
diye, "millet", "ırk", "sınıf",
"üretim" diye ve daha nice isimler altında pek çok put ve rabler
türetilmiştir.
Etrafında
bandoların çalındığı, üzerlerine bayrakların çekildiği, putperestlerin
tereddütsüzce mal ve canlarını feda etmeye çağrıldıkları pek çok put... Mal
veya canıyla fedakarlık çağrısını duyan hiç bir putperest, tereddüt bile
geçiremez. Çünkü tereddüt geçirmek, ihanet ve utanç demektir. Bu putların arzularıyla namus karşı karşıya mı
geldi? Feda edilmesi gereken namustur. Ve bu iş, ayrıca bir şeref diye telakki
edilir. Çünkü gerekirse putun uğrunda kan bile dökülmelidir. Çünkü putun
etrafını saran borazanlar böyle buyuruyor. Rablıklarını ilan eden diktatörlerin
borazanları böyle buyuruyor.
Allah
(Subhabehu
ve Tealâ)'dan
başkasına tapınan kimseler, Allah yolunda yapılacak cihadın gerektirdiği
fedakarlıkların aynısına ve hatta daha fazlasına katlanmaktadırlar. Oysa ki Allah
yolundaki cihadın gayesi; yeryüzünde sadece Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya tapınmayı (kulluk
yapıp, ibadet etmeyi), insanların putperestlik ve tağutperestlikten kurtuluşu
ve Allah (Subhabehu
ve Tealâ)'nın
dilediği şekilde insana yaraşır bir üstün hayat yaşamayı sağlamaktır.
Allah
yolundaki cihadta başa gelecek acı ve işkencelerden; şehid olmaktan, can, mal
ve evladı kaybetmekten korkan kimseler düşünmek zorundadırlar. Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına (yani
tağuti güçlere) tapınmanın gerektirdiği malî, nefsî ve ailevî, ayrıca namusî ve
ahlakî fedakarlıkların, fi sebililillah cihadın gerektirdiği yükümlülüklerden
çok daha fazla olduğunu düşünmek zorundadırlar. Yeryüzü tağutlarını ortadan
kaldırmayı hedefleyen Allah yolunda cihad, tağutperestliğin gerektirdiği
yükümlülükleri asla istememektedir.
Sonra
tağutî tapınma (kulluk yapıp, ibadet etmek), bizatihi bir zillet, bir alçalış
ve utançtır. Şunu da bilmek gerekir ki; ibadet ve tapınmayı sadece Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya ait kılma
tevhidiyle kula kulluk ve tapınmayı reddetmek, insanın emek ve gelirinin
korunması konusunda büyük bir önem arzeder. Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başkasına
tapınmayan kimsenin emeği; sahte ilahların keyfi uğruna harcanacağına
yeryüzünün imarı, kalkınması ve hayat şartlarının iyileştirilmesi yolunda
kullanılır. Ortada sık sık tekrarlanan
apaçık bir gerçek vardır. Allah'ın kullarından biri kendisini tağutun
tasallutundan kurtarmak istediği anlarda ortaya çıkan bir durum...
İnsanları,
Allah (Subhabehu
ve Tealâ)'ya
değil kendi şahsına taptıran tağut, böyle bir durumda çeşitli yollara başvurur.
İtaat edilip uyulan bir varlık haline gelebilmek için güç ve enerjilerin tümünü
kullanır tağut... Kendisinin durmadan anılması, övgüsünün yapılması ve
nimetlerine şükredilmesi için, basit ve sıradan bir kul olduğuna bakmadan
şişinip durur. Kendisini büyük göstermek ve büyük ilahlık makamına geçebilmek
için şişinir. Bu, sıradan ve basit kul görüntüsünü bir an bile şişirmekten geri
durmaz. Büyüklüğüne dair konuşmalar yaptırıp övgü ve destanlar düzdürmesinin
nedeni budur. Adının sık sık ve değişik vesilelerle anılmasını ve bu amaç için
değişik türden merasimler düzenlenmesini istemesinin nedeni budur. Bu, sonu
gelmez bir iş olarak sürüp gider.
Çünkü
bir kul olmak özelliğiyle, unutulmaya, sönükleşmeye ve önemsiz bir hale gelmeye
mahkumdur. Kendisini şişirip duran bunca çığırtkan, bunca borazan, bunca bando,
övgü ve destanlar olmasa kısa zamanda unutulup tükeneceğini bilir. Bu sonu gelmez işin uğrunda öylesine enerji,
işgücü, mal, can ve hatta zaman zaman da namuslar feda ediliyor ki; eğer
bunların sadece bir kısmı faydalı üretim ve toprakların ıslahı amacıyla
harcansaydı, insanlar hayır ve bolluk içinde yaşarlardı.
Şurası
kesindir ki, insanlar tağuta tapınmayı bırakıp Allah'ın kulluğunu
benimsemedikçe bunca işgücü, mal, can ve namusların verimli alanlarda
kullanılması mümkün olmayacaktır. Bu örnekten açıkça anlaşılıyor ki, insanlığın
uğradığı zarar büyüktür. Allah'a tapınmaktan yüz çevirip tağutlara itaat
etmesinin sonucu olarak uğradığı işgücü zararı, üretim, onarım ve mal zararları
büyük rakamlara ulaşmaktadır. Bunun yanında can ve namusların, insanî değer, ve
ahlakın feda edilmesi... Bundan öte zillet, yoksulluk, pislik ve utanç dolu bir
hayat... Bu, şartlar ve fedakarlıklar farklı niteliklerde bile olsa, tüm beşerî
sistemlerin özelliğidir.
Şehid Seyyid Qutub/Davet Yolu- S:170-175
Şehid Seyyid Qutub/Davet Yolu- S:170-175
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder