1- İnanılması ve bilinmesi mutlaka şart olan
din esaslarından biri; İslam’ın Allah Teala tarafından bina edilmiş ve
tamamlanmış olmasıdır. İnsanlara düşen şey ancak dinlemek ve itaat
etmektir. Bu apaçık ortada olan bir gerçektir.
Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.” (Maide 3)
Bu ayeti kerime şeriatın tam ve kâmil olduğunu, ihtiyacı olan herkese
Allah’ın indirdiğinin yeterli olduğunu gösterir. Nitekim Allah Teala;
“Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat
56) buyurmuştur.
İmam İbni Kesir Tefsirinde der ki;
“Bu, Allah Teala’nın bu ümmete lutfettiği en büyük nimettir. Allah bu
ümmetin dinini kemale erdirmiştir. Artık dinlerinden başka bir dine ve
peygamberlerinden başka bir peygambere ihtiyaç duymayacaklardır. Bu
yüzden Allah peygamberini, peygamberlerinin sonuncusu kılmış, insanlara
ve cinlere elçi göndermiştir. Onun helal kıldığından başka helal, onun
haram kıldığından başka haram yoktur. Onun getirdiği dinden başka da din
yoktur.” |Tefsir, (2/19)|
Dinin yeterli olmadığını, kemale
erdirilmediğini ve sonradan çıkarılan bidatlere ihtiyaç olduğunu iddia
etmek çirkin bir cürettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in
ashabı ve onlardan sonraki âlimler asla böyle bir anlam
çıkarmamışlardır. İbn Mesud radıyAllahu anh diyor ki; “Tâbî olunuz,
bidat çıkarmayınız. Bu size yeter. Her bidat sapıklıktır.” |Lalkaî,
es-Sunne (1/96)|
İmam Buharî, Huzeyfe İbn el-Yeman radıyAllahu
anh’den rivayet ediyor; “Ey Kurrâlar topluluğu! İstikamet üzere olunuz.
Böyle olursanız öne geçersiniz. Sağa sola ayrılırsanız büyük bir
sapıklığa düşersiniz.” |Buhari (7282)|
Sözün kısası, bidati
güzel görüp ona devam eden kimselere göre “Din tamamlanmamıştır” ve
onlara göre Allah’ın; “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize
nimetimi tamamladım” (Maide 3) ayetine itibar edilmez” demektir.(!)
|Şatıbi, el-İ'tisam (1/147)|
Şayet böyle olursa, bidatçi; “Din
tamamlanmamıştır, onda eksik kalan bazı şeyleri eklemek gerekir.” demiş
gibi oluyor. Zira dinin kemale ermiş olduğuna iman etseydi, bidat
çıkarmazdı. Böylece bunu diyen kimse dosdoğru yoldan sapmış olur.
2- Şüphesiz Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, risalet görevini
eksiksiz olarak, hakkıyla yerine getirmiştir. Allah Teala buyuruyor ki;
“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar
diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44) O da bunu yapmış ve
kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbinin katına intikal etmiştir. Din
kemal bulmuş olup ziyadeye ihtiyacı yoktur.
Rasulullah
sallAllahu aleyhi ve sellem de şu hadisinde buna işaret etmiştir;
“Benden öncekiler içinde hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetine
bilmedikleri hayrı göstermek ve bilmedikleri kötülüklerden onları
sakındırmak üzerine vazife olmasın.” |Müslim|
Ebu Zerr
radıyAllahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Sizi cennete yaklaştıracak her şeyi ve sizi cehennemden uzaklaştıracak
her şeyi size açıkladım.” |Taberani (1647)|
Yine buyurdu ki;
“Sizleri gecesi de gündüzü gibi olan bir aydınlık yolda bıraktım. Benden
sonra kim bu yoldan saparsa helak olur.” |İbn Mace|
Aişe
radıyAllahu anha dedi ki; “Kim size peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem’in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse onu tasdik etmeyin. Zira
Allah Teala buyuruyor ki; “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ
et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maide 67)”
|Sahihayn|
Bazı müşrikler Selman el-Farisî radıyAllahu anh’e;
“Görüyoruz ki arkadışınız size hela edeplerine kadar her şeyi öğretiyor”
deyince, o da; “Evet, bize kıbleye dönmememizi, sağımızla intinca
etmememizi, üç taştan azıyla yetinmememizi, kemik ve tezekle de istinca
etmememizi öğretti.” Demiştir. |Muslim|
İbnul Macişun der ki;
“İmam Malik’in şöyle dediğini işittim; “Kim güzel bularak islam’da bir
bidat çıkarırsa, Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem’in risalet
görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira Allah Teala; “Bugün
dininizi kemale erdirdim” buyurmuştur. O gün dinden olmayan bir şey
bugün de dinden olamaz." |Şatıbi, el-İ'tisam (1/64)|
3- Şeriat
koymak beşerin değil, alemlerin Rabbinin hakkıdır. Şayet şeriat koyma
insanlara bırakılsaydı, şeriat nazil olmaz, peygamber gönderilmezdi. Bu
yüzden dinde bidat ortaya koyan, kendini Allah’a denk görmüş olur.
Böylece ihtilaf kapısını da açar.
Allah Teala buyuruyor ki;
“Rabbinizden size indirilene uyun. O'nu bırakıp da başka dostların
peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az ibret alıyorsunuz!” (A’raf 3)
“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?” (Şura 21)
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara
uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız
için Allah size bunları emretti.” (En’am 153)
Tabiinin
büyüklerinden imam Mücahid radıyAllahu anh dedi ki; “Bu ayette geçen
“Sizi ondan ayıracak yollara uymayın” kavlindeki “yollar” bidat ve
müteşabihlerdir. |Beyhaki, el-Medhal|
Rasulullah sallAllahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim bu işimizde (dinimizde) olmayan şeyler
çıkarırsa o reddolunur.” |Sahihayn|
“Kim emrimiz üzere olmayan bir şeyle amel ederse o reddolunur.” |Muslim|
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, kendi nefsinden şeriat koyucu değildir;
Allah Teala buyuruyor ki; “Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar
arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik.” (Nisa 105)
“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44)
“O hevayu hevesinden konuşmaz, o ancak kendisine bildirilen bir vahiy ile konuşur.” (Necm 3-4)
“De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyolunana uyuyorum.” (A’raf 203)
“Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.” (En’am 106)
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, Allah’ın emretmediği şeyler
yapanları kötülemiştir; İbn Mesud radıyAllahu anh rivayet ediyor;
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Allah Azze ve
Celle’nin benden önce gönderdiği her peygamberin kendi sünnetine uyan ve
emrine sarılan seçkin havarileri ve ashabı vardı. Bunlardan sonra
gelenler ise yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan
kimseler oldular. Onlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden
mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimse
de artık hardal tanesi kadar bile iman yoktur.” |Muslim|
Kim
kendiliğinden bir ibadet yaparak bidat çıkarırsa, bu sapıklık kendisine
reddolunur. Zira şüphesiz Allah, kendisine yaklaştıraak olan ibadetleri
koymaya hak sahibi olandır.
İbn Kayyım der ki; “Bilinmektedir
ki, Allah ve Rasulü'nün bildirdiğinden başka haram, Allah ve Rasulünün
kötü gördüğü dışında kötülük olmadığı gibi, Allah’ın vacip kıldığından
başka farz da yoktur. Allah’ın koyduğundan başka şeriat olamaz.
İbadetlerde asıl olan, onun meşru olduğunu gösteren bir delil olmadığı
müddetçe o ibadetin geçersiz oluşudur. Akidler ve muamelelerde asıl olan
ise, yasaklığına dair bir delil olmadığı müddetçe sahih olmasıdır.
(Eşyada asıl olan mübahlıktır)” |İ'lam, (1/344)|
İbn Teymiyye
der ki; “Şer’î bir delil olmaksızın hiç kimse için bir ibadet veya bir
yakınlık vesilesi edinme imkanı yoktur.” |Fetava (31/35)|
İmam
İbn Kesir, Kur'an okuma sevabının ölüye hediye edilmesi meselesindeki
ihtilaf hakkında der ki; “Kuran okuma ölünün amelinden ve kazancından
değildir. Bu sebepledir ki, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem
ümmetini ölüler için Kur'an okumaya, ne açık bir ifadeyle ne de îmâ ile
teşvik etmemiştir. Sahabelerin hiçbirisinden de bu konuda bir nakil
yoktur. Şayet bu hayırlı bir amel olsaydı, şüphesiz onlar bu hayırda
bizi geçerlerdi. Allah’a yaklaştıran ameller ancak nass ile sabit olur
ve bu hususta kıyas ile veya birtakım görüşlerle karar verilemez.”
|Tefsir, (4/401)|
Sahabe ve Tabiinden salih selefimiz işte bu yol üzere idiler.”
Ali İbn Ebu Talib radıyAllahu anh der ki; “Şayet din, görüş ile olsaydı
mestlerin üzerini değil, altını mesh ederdim. Fakat ben Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in mestlerinin üzerini mesh ettiğini
gördüm.” |Ebu Davud|
Ömer İbn el-Hattab radıyAllahu anh
Haceru'l-Evsed'i öptükten sonra şöyle demişti; “Şüphesiz biliyorum ki,
sen faydası ve zararı olmayan bir taşsın. Şayet Rasulullah sallAllahu
aleyhi ve sellem’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.” |Sahihayn|
Bir kadın Aişe radıyAllahu anha’ya; “Bizden biri temizlenince namazını
neden kaza etmiyor?” diye sorunca; “Sen harûrî (Hâricî) misin? Biz
Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in zamanında hayız olduğumuz zaman
bize bunu emretmezdi.” |Sahihayn|
Nafi anlatıyor; İbni Ömer
radıyAllahu anha’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamdulillah
ve's-Selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer radıyAllahu anha;
“Ben de derim ki, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in bize
öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamdulillahi ala kulli hal”
|Tirmizi|
Bu nebevî hadisler ve seleften gelen rivayetler,
şeriatı anlamadaki doğru yolu açıklamaktadır. Şüphesiz aklın bunun
aksini güzel görmesine veya şahsi görüşün bunun zıddını süslemesine
mecal yoktur. Şüphesiz şer’î naslar bu şekilde varid olmuştur.
İmam Şafiî radıyAllahu anh der ki; “Kim bir konuda istihsan ile (Şahsi
görüşle güzel bularak) hükmederse şeriat koymuş olur.” |Gazzalî,
el-Menhul (sy: 374)|
4- Şüphesiz bidat çıkarmak, hevaya tabi
olmaktır. Zira akıl, eğer şeriata tâbî değilse, onda heva ve şehvetten
başka bir şey yoktur. Bilirsin ki hevâya uymak, apaçık bir sapıklıktır.
Allah Teala’nın şu kavlini görmez misin; “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde
halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve
hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın
yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap
vardır.” (Sa’d 26)
Neticede hüküm, hak ve heva olmak üzere iki şık arasındadır. Bir üçüncü şık yoktur. Yine Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;
“Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf 28)
“Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!” (Kasas 50)
“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Casiye 18)
İbni Mesud radıyAllahu anh’den; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
bize bir çizgi çizdi ve buyurdu ki; “İşte Allah’ın yolu” sonra bu
çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizerek buyurdu ki; “İşte bu
yollardan her birinin üzerinde şeytan vardır ve kendisine çağırır.”
Sonra şu ayeti okudu; “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
(Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır.
İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am 153) |Darimi,
Ahmed|
İbn Mesud radıyAllahu anh dedi ki; “Şüphesiz bizler,
uyarız, yenilik çıkarmayız, tâbî oluruz, bidat çıkarmayız. Emre
sarıldığımız sürece sapıtmayız.” |Lalkaî, Şerhu Usuli İ'tikad (1/96)|
5- Amelin kabul olunması için ihlâs yeterli değildir. Zira şüphesiz,
İslam iki dînî esas üzere kuruludur; ortağı olmayan tek Allah’a kulluk
etmemiz ve dinde meşru olan, Rasulün emri olan şeyle ibadet etmemiz.
Yani sahih amel iki şart ile makbul olur; ihlâs ve Rasule tâbi olmak.
Fudayl bin Iyaz radıyAllahu anh der ki;
“Şüphesiz amel samimî olup doğru olmazsa kabul edilmez. Yine amel,
doğru olup samimi olmazsa kabul edilmez. Samimi olması; yalnız Allah
için yapılmasıdır. Doğru olması ise sünnete uygun olmasıdır.” |Ebu
Nuaym, Hilye (8/95)|
Bunun delilleri çoktur.
İbadetin
Allah’a has kılınması şu ayetlerle vaciptir; “Halbuki onlara ancak,
dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri,
namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”
(Beyine 5)
Bir adam Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e
gelerek; “Hem sevabını hem de övülmeyi umarak savaşan kimse hakkında ne
dersin?” dedi. Buyurdu ki; “Ona karşılık yoktur” adam bunu üç sefer
sordu ve hepsinde aynı cevabı aldı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem sonunda şöyle buyurdu; “Şüphesiz Allah ancak kendisi için halis
olarak yapılan ameli kabul eder.” |Nesai|
Rasule tabi olmanın
gereğine gelince; Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; “(Resûlüm!) De
ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.” (Âl-i İmran 31)
“Allah'a ve Allah'ın bütün
kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki,
hidayete erebilesiniz.” (A’raf 158)
Enes radıyAllahu anh anlatıyor:
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm'ın zevce-i pâklerinin hâne-i
saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın (evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus
açıklanınca sanki bunu az bularak:
"Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını
affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden
biri: "Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi.
İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk
etmeyeceğim" dedi. Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terk edip, onlara
hiç temas etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz.
Peygamber aleyhissalâtu vesselâm onları bularak:
"Sizler böyle
böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah'a yemin olsun Allah'tan en çok
korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna
rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim: namaz kılarım, uyurum da;
kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi
beğenmezse benden değildir" buyurdu. |Sahihayn|
Muaviye
radıyAllahu anh Kabe’nin dört rüknünü selamlayınca İbn Abbas radıyAllahu
anh; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu iki rüknü selamlamazdı”
dedi. Muaviye radıyAllahu anh; “Bu ikisi Kabe’den ayrı değil ki” dedi.
İbn Abbas radıyAllahu anh; “Sizin için Allah Rasulünde en güzel örnek
vardır” dedi. Bunun üzerine Muaviye radıyAllahu anh; “Doğru söyledin”
dedi. |Sahihayn|
Amr İbn Yahya’dan; “babamı, babasından
(naklen) şöyle rivayet ederken duydum: "Babam dedi ki; "Sabah namazından
önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk. Çıktığında,
onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî
yanımıza geldi ve; "Ebû Abdirrahman (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye
kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber
oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık.
Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi: "Ey Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde
yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan
başka bir şey görmüş değilim." (Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da;
"Yaşarsan birazdan göreceksin. Mescidde halkalar halinde, oturmuş,
namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam,
(halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşları var. (idareci): "Yüz defa
Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar.
Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La
ilahe İllallah diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz
defa Sübhanallah diyorlar."
Abdullah İbn Mes'ûd; "Peki onlara ne
dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini
bekleyerek"- onlara bir şey söylemedim." dedi.
Dedi ki; "onlara
kötülüklerini hesab etmelerini emredip (bununla) iyiliklerinden hiçbir
şeyin de zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya!" dedi.
Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalardan
birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm
nedir?"
Dediler ki; "Ey Ebû Abdirrahman! Bunlar çakıl taşları.
Onlarla Allahu Ekber, La ilahe İllAllah ve SubhanAllah deyişleri
sayıyoruz."
(Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki; "Artık
kötülüklerinizi sayıp (hesab edin)! Ben, iyiliklerinizden hiç bir şeyin
zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed,
ne çabuk helak oldunuz! Peygamberinizin -sallAllahu aleyhi ve sellem- şu
sahabesi içinizde hâlâ bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, henüz
eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan Allah'a yemin
olsun ki, sizler kesinlikle ya Muhammed'in dininden daha doğru yolda
olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır-) veya bir sapıklık
kapısı açmaktasınız."
Onlar; "Vallahi, ey Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) İstedik" dediler.
O da şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır
ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Resûlullah -salallahu aleyhi ve
sellem- bize haber vermişti ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun bu
okuyuşları sadece dilde kalacak, onların köprücük kemiklerini ileriye
geçmeyecek. Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir." Sonra
Abdullah onlardan yüz çevirdi.
(Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b.
Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalardaki (insanların) tamamını,
en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken
gördük." |Darimi, Taberani|
Bu kıssa, alim sahabelerin,
ibadetlerin vesile ve maksatları hakkındaki anlayışlarını
göstermektedir. Bir topluluk, Allah Azze ve Celle’yi tesbih, tekbir,
tehlil ve tahmid ile zikrediyor, bu zikredişlerini saymak için taş
kullanıyorlar. Bu amellerinde niyetleri Allah’a ibadet etmek olduğu
halde İbni Mesud radıyAllahu anh bunları sünnete muhalif bir bidat
görerek onlara karşı çıkmıştır. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem böyle yapmamıştır. Onların niyetlerinin güzel oluşu,
yaptıklarının sahih olduğunu göstermiyor. Zira niyetin güzel olması,
bidatı sünnete çevirmez ve çirkini güzel yapmaz. Güzel niyetin yanında
sünnete ve selefe uyma şartı da kaçınılmazdır.
Said İbn
el-Museyyeb radıyAllahu anh, fecrin doğuşundan sonra namaz kılmaya devam
eden birini gördü ve onu uyardı. Adam; “Ey Ebu Muhammed! Namaz kıldım
diye Allah bana azab eder mi?” diye aklınca haklı bir gerekçe zikretti.
İbnül Müseyyeb; “Hayır, fakat Allah sana Sünnet’e aykırı hareket ettiğin
için azab eder.” Dedi. |Darimi|
Elbanî der ki; “Said İbn
el-Müseyyeb’in bu veciz cevabı, bidatleri güzel görene karşı ve sünnet
ehlini “zikri ve namazı inkâr etmekle” suçlayanlara karşı kuvvetli bir
silahtır. Hâlbuki sünnet ehli sadece sünnete muhalif olan namaz, zikir
v.b. şeylere karşı çıkmaktadır.” |el-İrva (2/236)|
Birisi İmam
Malik’e; “Ey Ebu Abdullah! Nerede ihrama gireyim?” dedi. O da;
“Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in girdiği yer olan
Zul-Huleyfe’den itibaren” dedi. Adam; “Ben, kabrin yanında, Mescidin
yanından girmek istiyorum” dedi. İmam Malik; “Öyle yapma! Fitneye
düşmenden korkarım.” Dedi. Adam; “Bunda ne gibi bir fitne olabilir ki?
Ben daha fazla mesafeden ihrama gireceğim.” Deyince İmam Malik; “Hangi
fitne senin kendini Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i fazilette
geçmiş görmenden daha büyük olabilir? Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;
“O’nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin veya elim bir
azabın isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur 63)” |Hatib, el-Fakih
(1/148)|
6- Sahih deliller bidati mutlak olarak kötülemektedir.
Bidatın; “hasene=güzel” ve “seyyie=kötü” diye ikiye taksim edilmesinin
delili yoktur.
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem;
“Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı
Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü
sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her
bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.” Buyurmuştur. |Muslim,
Nesai|
Yine şöyle buyurmuştur; "Sizden kim Benden sonra yaşarsa
birçok ihtilaflar görecektir. Bu yüzden sünnetime ve hidayete
erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine sarılmanız gereklidir. Ona azı
dişlerinizle ısırır gibi sarılıp, bırakmayın. Sizleri sonradan
çıkarılanlardan sakındırırım. Zira şüphesiz her sonradan çıkarılan şey
bidattir ve her bidat sapıklıktır." |Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed, Darimi|
“Kim şu emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunur.” |Sahihayn|
“Kim emrimiz olmayan bir şeyle amel ederse, o reddolunur.” |Muslim|
Bu hadislerde olduğu gibi bidatler arasında bir ayrım söz konusu
değildir. Nekre (belirsiz) olarak gelen izafe umum ifade eder. ancak bir
istisna varsa o başka. Peki burada istisna nerede? Bazılarının istisna
iddialarına cevap inşallah ileride gelecek.
Bu, bütün salih selefin anlayışıdır.
Nitekim İbn Ömer radıyAllahu anha şöyle demiştir; “İnsanlar güzel görse de bütün bidatler sapıklıktır.” |Lalkai (126)|
İbni Mesud radıyAllahu anh şöyle demiştir; “Ey İnsanlar! Sizler hadis
anlatıyorsunuz ve size hadis anlatılıyor. Bir bidat gördüğünüz zaman ilk
duruma sarılın.” |Lalkai (1/77)|
İşte bu iki sahabe bidati
umum manada almışlar, güzel-çirkin ayrımı yapmamışlardır. Usul ilminde
sabit olmuştur ki; şeriatın küllî delili, pek çok yerde, farklı
zamanlarda ve farklı durumlarda tekrar ederse, o tahsis edilmez ve
sınırlandırılmaz. Böylece delilin getirdiği hüküm, mutlak olarak
genellik ifade eder. Bidati kötüleyen ve ondan sakındıran hadisler de bu
kabildendir. Nitekim peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, minber
üzerinde Müslüman topluluğuna pek çok zaman ve farklı hallerde bütün
bidatlerin sapıklık olduğunu belirtmiş, ne bir ayette, ne de bir hadiste
bu konudaki genelleştiren ifadeyi sınırlandıran bir delil gelmemiştir.
Bu da genel ifadenin, mutlak oluşunu gösterir.
Salih Selef de
bidatin kötülenmesinde icma etmiş, bundan hiçbir şeyi istisna
etmemişlerdir. Sabit olan icma; bütün bidatlerin kötü oluşunu, hiçbir
bidatin güzel olamayacağını göstermektedir.
7- Bidatın güzelinin de olduğunu iddia
edenlerin, yapılan işin zahirde taat olduğunu mazeret göstermeleri
geçersizdir. Aslında o tam aksine masiyettir. Zira mücerred akıl, mesela
öğlen namazını neşeli zamanlarda beş rekat kılmayı daha güzel görür.
Bu, diğer farzlar için de aynıdır. Bidati güzel görenin, güzelini
çirkininden ayırmaya şiddetli bir ihtiyacı vardır. Biz ittifakla diyoruz
ki; zahiri taat olan her şey taat olmadığı gibi, zahiri masiyet olan
her şey de masiyet değildir. Neticede bidatçi, isabet ettiği güzel bidat
ile hatta ettiği çirkin bidat arasında döner durur. Durum böyle olunca,
bu bidatin güzel olduğunu iddia etmek ancak Kitab ve Sünnet’ten bir
delil ile mümkün olabilecektir. Hâlbuki Kitab ve Sünnet’ten delil
bulunan şey bidat değildir. O halde “güzel bidat” iddiası batıldır.
Herhangi bir amelin “güzel bidat” olduğunu iddia edene; “bir bidatin
güzel mi, yoksa çirkin mi olduğunu nereden anladığını sorarız.
Güzel zannedilen pek çok amelin aslında çirkin bidat olduğuna sıkça şahid oluruz.
Ukbe bin Amir radıyAllahu anh’den şu rivayet gelmeseydi anlayamazdık;
“Üç vakit vardır ki, Resülullah aleyhissalatu vesselâm bizi o vakitlerde
namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezara gömmekten nehyetti: Güneş
doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar, Öğleyin güneş tepe noktasına
gelince, meyledinceye kadar, Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar."
|Muslim|
Sahihayn’daki rivayette Aişe radıyAllâhu anhâ
anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki rek'at olarak
farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk
farz edildiği şekilde sabit tutuldu." Bu hadis ulaşmasaydı, seferde
namazı tam kılmanın caiz olmadığını anlayamazdık.
Rasulullah
sallAllahu aleyhi ve sellem, abdest alırken azalarını üçer kere
yıkadıktan sonra; “İşte abdest budur. Kim bundan fazla yaparsa kötülük
ve zulüm etmiş olur.” Buyurmuştur. |Ebu Davud| Bu hadis olmasaydı abdest
alırken azaları beş kez yıkamanın, akıl güzel gördüğü halde caiz
olmadığını anlayamazdık.
İbni Abbas radıyAllahu anh rivayet
ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Dikkat edin!
Ben rükû ve secdelerde Kuran okumaktan nehyolundum” |Muslim| Bu hadis
olmasaydı bu fiilin caiz olmadığını nereden anlayacaktık? Şeriatta taat
zannedilen birçok şey aslında masiyettir ve ceza gerektirir.
8-
İnsanların çoğu, genel manada gelen nasları bidatleri için delil
getiriyorlar. Bu ise büyük bir hata olup, usul ilminin önemli kaideleri
ile çelişmektedir.
Mesela; birkaç kişi mescide namaz kılmak
için gelseler, içlerinden biri öne geçip onlara cemaatle tahıyyetul
mescid namazı kıldırsa, içlerinden bazısı da buna karşı çıksa, diğerleri
de kişinin cemaatle kıldığı namazın yalnız başına kıldığı namazdan daha
faziletli olduğuna dair hadisleri delil getirse, iki ayrı görüşe
bölünmüş olmazlar mı? Bunlardan birisi bu istidlale uygun, diğeri
muhaliftir. Halbuki bu delil başka bir konuda varid olmuştur. Peki,
burada ayırıcı kavil hangisidir?
İbn Teymiyye, Tefsir Usulü’ne Giriş adlı eserinde diyor ki;
“Şu bilinmelidir ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabına
Kuran’ın manalarını, onun lafızlarını nasıl açıkladıysa öyle
açıklamıştır. Çünkü Allah Teala’nın; “Biz sana zikr’i indirdik ki,
insanlara ne indirildiğini açıklayasın.” (Nahl 44) ayeti, hem lafzın,
hem de mananın açıklanmasını içine alır.
(Tabiîn’den) Ebu Abdurrahman es-Sulemî demiştir ki;
“Osman bin Affan ve Abdullah bin Mesud gibi, bize Kuran okutanlar
bildirmişlerdir ki, onlar peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den on
ayeti ilim ve amelce öğrenmeden geçmezlerdi. Onlar bize dediler ki;
“Bizler Kuran’ı ilim ve amel ile birlikte öğrendik.” |Taberi (1/80)
Kurtubi (1/39)|
Bundan dolayıdır ki, onlar, bir sureyi bellemek
için uzun bir müddet o sure üzerinde dururlardı. Enes radıyAllahu anh
şöyle demiştir;
“Bizim zamanımızda birisi Bakara ve Al-i İmran
surelerini okuduğu zaman gözümüzde büyürdü.” |Sulasiyatu Musnedi'l-İmam
Ahmed (2/276)|
Abdullah İbn Ömer radıyAllahu anh, Bakara
suresini öğrenmek için birkaç yılını, bir rivayete göre sekiz yılını
vermiştir. Bunu İmam Malik rivayet etmektedir. |Muvatta (1/205) Kurtubi
(1/39)|
Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;
“Sana bu mübarek Kitab'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad 29)
“Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?” (Nisa 82)
“Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi?” (Müminun 68)
Bu ayetlerde sözedilen “tedebbür; iyi düşünmek”, Kur’anın manalarını anlamadan gerçekleşmez.
Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;
“Akıl erdiresiniz diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Yusuf 2)
Bir söze akıl erdirmek için, onu anlamak gerekir. Malumdur ki, her söz
mücerred lafızlarından öte, manasının anlaşılması için söylenir. Kuran
ise anlaşılmaya daha layıktır.
Tıp, hesap gibi fen dallarıyla
ilgili kitap okuyan bir topluluğun, okuduklarını anlamak istememeleri
düşünülemez. O halde kurtuluşlarına, din ve dünya saadetlerine sebep
olacak olan Allah Kelamı nasıl olur da anlaşılmak için okunmaz?” |Usulit
Tefsir (sy: 8-9)|
İmam Şatıbî de el-Muvafakat’ta genel
manadaki delillerle selefin anlayışına muhalif istidlalde bulunanlara ve
delili, varid oluş sebebinden başka konulara hamledip onunla amele
çağıranlara reddiyede bulunarak der ki;
“İlk nesillerin hiçbir
şekilde amel etmedikleri deliller: Sonra gelenlerin (müteahhirûn) kendi
kuruntularına bunları delil olarak kullanmaları asla yerinde değildir ve
onlar hiçbir şekilde delil olamazlar. Zira eğer delil olsalardı,
sahabe ve tabiîn nesillerinin değerlendirmelerinden uzak kalıp da
şunların onu anlaması gibi bir sonuç asla ortaya çıkmazdı. İlk
nesillerin amel ettiği veya terk ettiği şey, delil sanılan şeyin
gereğine nasıl ters düşer ve onunla nasıl çatışabilir?
Sonra
gelen nesillerin bu türden delillerle amel etmeleri, ilk nesillerin
icmâına muhalefet olmaktadır. İcmâa muhalefet eden her kim olursa olsun
hatalıdır. Zira Muhammed ümmeti hata üzerinde görüş birliği etmez.
Onların üzerinde bulundukları fiil ya da terk, sünnettir ve muteber bir
durumdur, hidâyettir. İnsan ya hata eder ya da isabet eder. Selefe
muhalefet eden kimseler hata üzerindedir. Bu kadarı delil olarak
yeterlidir…
İşte bu noktadan hareketledir ki, Ehl-i Sünnet
âlimleri Râfızîlerin “Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem kendinden
sonra halife olmak üzere Hz. Ali'yi tayin etti” şeklindeki iddialarına
kulak asmamışlardır. Çünkü bütün sahabenin bu iddia aksine hareket etmiş
olmaları, onun batıl ve dikkate alınmayacağına açık bir delildir. Çünkü
sahabe hata üzerinde görüşbirliği etmez. Çoğu zaman bid'at ve sapık
mezhep sahiplerinin Kitab ve Sünnet ile iddialarını desteklemeye
çalıştıklarını görürsün; bunlar keyfî yorumlar yaparlar, onların
müteşâbihlerine sarılarak havayı bulandırmak ve böylece halka karşı
kendilerinin hak üzere oldukları intibaını vermek isterler.” |Muvafakat
(3/72)|
Yine aynı eserde der ki;
“Bundan dolayı,
şer’i deliler üzerinde duran kimselerin, mutlaka o delillerden selefin
ne anladıklarını gözönünde bulundurmaları bir mecburiyettir. Onların
amel edegeldiklerine uygun düşen mana, doğru olmaya en layık olandır;
ilim ve amel için en uygunudur.” |Muvafakat (3/77)|
Hafız İbn Abdilhadi der ki;
"Bir ayeti veya bir hadisi, Selef zamanında onların bilmediği ve ümmete
açıklamadıkları halde te'vil etmek caiz değildir. Aksi halde "selefin
bu gerçeği bilmedikleri ve bu konuda sapmış oldukları, sonraki asırlarda
çıkmış olan bu iddia sahibinin ise hidayet üzere olduğu" gibi bir anlam
çıkar." |Sarimul Menkî, sy: 318|
İbn Kayyım diyor ki;
"Allah'ın Kitabındaki bir ayeti Selef ve imamların açıkladıklarına
muhalif şekilde yorumlayan kişi iki halden biri içindedir; ya kendisi
hata etmiştir ya da bunu kendisinin söylediklerine muhalif olarak
açıklayan selef hata etmiştir. Akıl sahibi bir kimse, bu kimsenin hata
yapmaya Seleften daha layık olduğunda şüphe etmez. Bu konuda "Onlar bu
işin ehli ise, biz de onun ehliyiz" diyerek gururlanan kişi, küstahlık
ederek kapıları kendi yüzüne kapamıştır. Doğru yola eriştirecek olan
Allah'tır." |Savaikul Mürsele, (2/128)|
Derim ki, bu kaideyi anladıysan, bahsettiklerimiz içinde hangi fırkanın hidayet üzere olduğu ortaya çıkmış demektir.
İşte bu umumi delil, Selef r.a'un amelinde veya anlayışında varid
olmayan bir şeyin (Farz namazlar ve teravih gibi cemaatle kılınan
namazların diğer nafilele namazlara kıyaslanarak cemaatle kılınamayacağı
gibi) cemaate delil getirilmesinde geçerli olmadığını gösteriyor.
Öyleyse, umumun bir parçasında geçerli olan olan şey, bütün parçaları
için geçerli olmayacaktır.
Selefin uygulamasında bunun bir başka örneğini görelim;
Ebu Davud, Sünen'inde Mücahid radıyAllahu anh'den rivayet ediyor; "İbni
Ömer radıyAllahu anha ile beraber idim. Bir adam öğle veya ikindi
vaktinde tesvib yaptı. Bunun üzerine İbni Ömer radıyAllahu anh; "Benimle
gel de gidelim. Zira bu bidattir" dedi.
Tesvib; Onların
mescidlerin kapılarında durup "Namaza! Namaza!" diye nida etmeleridir.
|Tartuşi, el-Havadis vel Bid'a (sy: 149)|
Birisi gelip; "Namazı
hatırlatmakta ne zarar var? Allah Teala; "Hatırlat, zira hatırlatmak
müminlere fayda verir" (Zariyat 55) buyurmuştur." Derse, onun sözü kabul
edilmez, bu anlayışı reddolunur. Çünkü Selef radıyAllahu anhum bu ayeti
genele yorumlayarak anlamamıştır. Malumdur ki, İbn Ömer radıyAllahu anh
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e uymada en dikkatli olan ve
sünneti en iyi gözeten sahabelerden biridir.
Nafi anlatıyor;
İbn Ömer radıyAllahu anha’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamdulillah
ves selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer radıyAllahu anh;
“Ben de "Elhamdulillah ves selamu ala Rasulillah diyorum ama, Rasulullah
sallAllahu aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz
ki; “Elhamdulillahi ala kulli hal” |Tirmizi|
Burada İbn Ömer
radıyAllahu anh, "Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salat ederler,
ey iman edenler siz de ona salat ve selam verin"(Ahzab 56) ayeti umum
ifade ettiği halde, bu adama karşı çıkıyor. Demek ki ayet umum ifade
etmesi yanında, sahabenin ve onlardan sonra gelen salih selefin anlayışı
önceliklidir.
Allah ona rahmet etsin, İmam el-Evzaî ne güzel demiş;
"Sünnet üzere olmaya sabrediniz! Sahabelerin durduğu yerde durunuz ve
onların söylediklerini söyleyiniz. Onların açıklama yapmadığı şeyi
açıklamaya çalışmayın. Salih selefin yolunu tut! Onlara geniş gelen şey
sana da geniş gelir." |Beyhaki Medhal (233)|
Bunun üzerine
diyoruz ki; Öncekilere muhalefet etmekten şiddetle sakın! Faziletli gibi
görünse bile buna yanaşma! Onda bir fazilet olsaydı selef bunu yapmaya
daha layıktır. Yardımcımız Allah'tır.
9- Bidat'a "bidat-ı hasene" demek, kötülük getirir.
Birincisi; bir bidatın güzel görülmesi, onlar tarafından; Allah'ın
kulları için tamamladığı ve razı olduğu bu dinde müstehap görülmesi
demektir. Böyle bir iddianın batıl oluşu ise ortadadır. Zira ne Allah
kullarına bu bidatı emretmiş, ne de Rasulullah sallAllahu aleyhi ve
sellem emretmiştir. Raşid halifeler, diğer sahabeler ve onlara tabi olan
Tabiin de bunu yapmamışlardır. İşte böylece, kim bir bidati dinde güzel
bulursa, Allah'a, Kitabına ve Rasulüne bilmeden iftirada bulunmuş olur.
İkincisi; Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem ve ashabının bazı
amelleri terk etmeleri de övülmüş, güzel ve bereketli sünnetlerdir. Zira
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem ve ashabı ondan uzak
durmuşlardır.
Üçüncüsü; bidatı hasene diye iddia ederek
yerleştirmek isteyenler, ne Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in
övülmüş, mübarek sünnetinde ne de Sahabelerinin fiilinde olmayan bir
şeyle amel etmeyle, Sünnet ile amel etmenin kazandırdığı şeyin
kazanılacağını iddia etmiş olurlar. Bunu ise, akıl ve din sahibi biri
söylemez."
|Şeyh et-Tuveycirî, er-Reddul Kavî Ale'r-Rıfai, (sy: 16-17)|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder