Allah Teala'nın münafıklar için saymış olduğu sıfatları iyice düşünmek gerekir. Şöyle ki;
Onların kalplerinde şek ve şüphe hastalığı vardır.
Onlar yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.
Onlar Allah'ın dini ve kullarıyla alay eder, onları hafife alırlar.
Onlar yeryüzünde azgınlık eder ve hidayeti satıp karşılığında delaleti alırlar.
Onlar sağır, dilsiz ve kördürler.
Onlar şaşkınlık içinde olup, Allah'a ibadet etmekte tembel olurlar.
Onlar zina yapmaya düşkündürler.
Onlar Allah'ı çok az anarlar.
Onlar mü’minlerle kafirler arasında gidip gelirler, ne bunlardan taraf, ne de onlardan taraf görünürler.
Onlar yalan yere ve batıl olarak Allah'ın ismiyle çokça yemin ederler.
Onlar yalancıdırlar.
Onlar aşın derecede korkaktırlar.
Onlar dini bilmez ve dinden anlamazlar.
Onlar çok cimridirler.
Onlar Rabb Teala'ya ve ahiret gününe inanmazlar.
Onlar devamlı mü’minlere zarar vermeye çalışır ve mü’minlere, gevşemeleri, çözülmeleri ve aralarına çeşitli fitnelerin girmesi için nasihat etmeye yeltenirler.
Onlar hiçbir zaman Allah'ın dininin galip gelmesini istemezler.
Onlar hakkı yoketmek ve ortadan kaldırmak için durmadan çalışırlar.
Onlar, mü’minlere bir hayrın isabet etmesi ve mü’minlerin zafer kazanmasına son derece üzülürler.
Onlar, mü’minlerin başına gelen mihnet ve belalardan dolayı sevinirler.
Onlar, mü’minlerin başına musibet, felaket ve yenilgilerin gelmesini gözetlerler.
Onlar Allah'ın rızası için O'nun yolunda infak etmeyi sevmezler.
Onlar, mü’minlerde olmayan bazı vasıflarla onlara iftira eder ve böylece onları kötülemeye, lekelemeye çalışırlar.
Onlar Allah yolunda tasadduk edenleri ayıplarlar; az verenleri az verdikleri için ayıplar, çok verenleri de riyakar olmak ve insanların övgüsüne mahzar olmayı istemekle ayıplarlar.
Onlar dünyanın kulları/köleleridir; eğer kendilerine dünyalık verilse razı olurlar, verilmediği takdirde de kızarlar.
Onlar Allah'ın Rasulu'ne eziyet eder, Allah'ın onu beri kıldığı şeyleri ona nispet eder ve onun için yücelik, fazilet ve kemal sayılacak şeylerle onu ayıplarlar.
Onların tek maksatları yaratılmışları razı etmek olup, alemlerin Rabb'ini razı etmeye hiç çalışmazlar.
Onlar mü’minlerle dalga geçerler.
Onlar, Rasulullah'tan geri kalıp cihada gitmemekle sevinirler.
Onlar Allah'ın yolunda cihad etmekten ve edilmesinden hoşlanmazlar.
Onlar çeşitli hilelerle Allah'ın farz kıldığı şeyleri iptal etmeye ve onlardan kurtulmaya çalışırlar.
Onlar Allah ve Rasulu'ne itaat etmemeyi arzularlar ve bunu isterler.
Onların kalpleri mühürlenmiş olup, Hakk'ı düşünemezler.
Onlar, yapmaya güç yetirdikleri halde Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyleri terk ederler.
Onlar, insanlar arasında Allah adına en çok yemin edenler olup, bunu, Müslümanların kendilerine karşı gelmesinden korunmak için kalkan edinirler. İşte bir münafığın en temel ve olmazsa olmaz vasfı budur.
Onlar, Ademoğulları arasında en pis ve en rezil varlıklardır.
Onlar fasıktırlar. Allah ve Rasulü’nün emirlerine bağlı kalmazlar.
Onlar mü’minler için zararlı mahluklar olup, devamlı onları bölüp parçalamaya çalışırlar.
Onlar, mü’minlere, Allah'a ve Rasulu'ne savaş açan herkesi barındırır ve onlara yardımcı olurlar.
Onlar mü’minlere zahiren benzemeye çalışır ve amellerinde onlara taklit ederler ki, böylece onlara zarar vermeye ve onların birliklerini bozmaya yol bulsunlar. İşte münafıkların hiç değişmeyen bir sıfatı…
Onlar, Allah'ı ve Rasulü’nü inkar etmekle kendilerini fitneye düşürmüşlerdir.
Onlar, kötü akıbet ve felaketlerin Müslümanların başına gelmesini gözetlerler. İşte münafıkların hiçbir zaman değişmeyen bir özelliği…
Onlar din hakkında şüpheye düşmüş, onu tasdik etmemişlerdir.
Onları batıl istekler ve şeytan aldatmıştır.
Onlar, bedeni yönden insanların en güzelleri olup, görünüşleri bakanların, konuşmaları da dinleyenlerin nazar'ı dikkatlerini celbeder. Ancak beden ve sözlerinin dışında duvara dayandırılmış bir odundan başka bir şey göremezsin, İman yok… anlayış/fıkıh yok… ilim yok… sadakat/samimiyet yok… Sadece nazar-ı dikkati celbeden bir elbise giydirilmiş bir odun. Bunun dışında hiçbir şey değiller… Onlar, kendilerine tevbe ve istiğfar etmeleri teklif edildiğinde kabul etmez ve buna ihtiyaçlarının olmadığını iddia ederler. Ya kendilerinde bulunan zındıklık ve cehl-i mürekkeb onları bundan ve tüm taatlerden ihtiyaçsız bırakmakta -ki birçok zındığın durumu böyledir- veya kendilerini bunlara davet edenleri küçümseyip basite almakta ve bundan dolayı onların davetlerini kabul etmemektedirler. Onlar Allah'ın ayetlerini ve Rasulü'nü eğlence konusu edip, bunlarla alay ederler.
Onlar mücrim ve suçludurlar.
Onlar münkeri emreder, ma'rufu yasaklarlar.
Onlar Allah'ın razı olacağı yollarda mallarını infak etmezler.
Onlar Allah'ı hatırlamaz ve zikretmezler. Onlar mü’minleri bırakıp kafirleri dost edinirler.
Şeytan onları tamamen kontrolüne almış ve onlara hakim olmuştur.
Şeytan onlara galip gelip, Allah'ı anmayı/hatırlamayı onlara unutturmuştur. Böylece onlarda Allah'ı çok az anarlar/hatırlarlar.
Onlar şeytanın taraftarları/askerleridir.
Onlar, Allah ve Rasulü'ne düşmanlık edenleri sever, onlara dost olurlar.
Onlar, mü’minlerin zorluk ve sıkıntıya düşmesini arzularlar.
Onların mü’minlere olan buğz ve nefretleri, ağızlarından taşmakta ve dil sürçmelerinden anlaşılmaktadır.
Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri sadece ağızlarıyla söylerler.
Rasulullah (sav)'in onlara ait olduğunu belirttiği bazı sıfatları da şunlardır:
Konuşurken yalan söylerler.
Emanete ihanet ederler.
Verdikleri sözde durmazlar. Sözlerini bozarlar.
Tartışırken aşırıya gider ve karşılarında bulunan kimseyi altetmek için yalan söyler, bağırıp çağırırlar.
Va'dettiklerini yerine getirmezler.
Namazı en son vaktine kadar geciktirirler. Namazı hemen hızlıca kılarlar.
Cemaatle namaza gelmezler. Onlara en ağır gelen namazlar, sabah ve yatsı namazlarıdır.
Yine Allah Teala'nın onlara ait olduğunu beyan ettiği bazı sıfatları şunlardır:
Onlar, mü’minler için hayır dilemekte cimrilik yaparlar. Onlar, korkulacak bir durum (savaş gibi) oldu mu korkuya kapılırlar. Korkulacak şey ortadan kalkar ve güvenli bir ortam oluşursa, bu seferde keskin dilleriyle mü’minleri incitirler. Mü’minlere karşı dilleri en keskin olan insanlar onlardır. Nitekim şöyle denmiştir: Bize karşı cahillik, düşmanlarınıza karşı korkaklık ha: Cahillik ve korkaklık, ne kötü iki haslet! Hiç şüphesiz ki korku onlarında onların kalplerinde gizledikleri açığa çıkar. Güven ortamında ise, kesinlikle bunları gizli tutarlar ve bu çirkinlikleri gizli kalır. Müslümanlar için korkulacak bir durum oluştu mu, bunların kalplerinde bulunan akrepler hemen ortaya çıkar ve gizli bulunan bütün çirkinlikleri zuhur eder.
Onların dilleri çok tatlı, fakat kalpleri çok sert ve acıdır.
Onlar, insanlar arasında sözleriyle hareketleri en çok çelişenlerdir.
Hiçbir zaman onlarda dini iyi bilmek/anlamak ve güzel bir yaşayış/ahlak bir arada bulunmaz.
Her zaman onların hareketleri sözlerini, içleri dışlarını yalanlar ve gizli halleriyle zahiri davranışları birbiriyle çatışır.
Hiçbir hususta gerçek bir mü’min onlara güvenmez; Çünkü onlar, hak veya batılla, doğru veya yalanla her işin bir çıkış yolunu hazırlamışlardır. Böylece kendileriyle beraber yapılacak olan her türlü işten kurtulma bahaneleri hazırdır. Zaten bundan dolayı kendilerine münafık ismi verilmiştir. Bu isim, jerbon denen hayvanın yuvasının ismi olan “nafika”dan alınmıştır. Bu hayvan yuvası için birçok çıkış deliği/kapısı yapar, hangi delikten yakalanmaya çalışılsa, diğerinden kaçar böylece onu yakalamaya çalışan kimse, tek bir delikten hiçbir zaman onu yakalayamaz. İşte münafığa karşı senin halin, suyu kabzetmeye çalışan kimsenin durumu gibidir; hiçbir tarafından onu tutman mümkün olmaz.
Münafıkların en bariz bir özellikleri de çabuk renk değiştirmeleri, halden hale girmeleri ve hiçbir zaman tek bir hal üzere sebat etmemeleridir. Bazen sen hayret eder derecede onu dindar, ibadet ehli, salih ameller yapar ve sadakat/samimiyet üzere görürsün; bir de bakarsın ki bunların tam zıddını yapmaktadır. Hem de sanki bu kötülüklerden başka hiçbir şey bilmemiş ve görmemişçesine… Hiç şüphesiz ki insanların en çok renkten renge girenleri, halden hale girenleri ve bir hak üzere sebat etmeyenleri onlardır.
Onlar gece leş gibi uyurlar, gündüz boyunca da dünyaları için çalışırlar. Ahireti ise hiç düşünmezler.
Onların en bariz özelliklerinden biri de tartışma ve çekişme esnasında sen onları Kur'an ve sünnete başvurmaya davet ettiğin zaman, onlar bunu kabul etmez ve tağutlarına gidip muhakeme olmak için seni davet ederler. Bu konuda Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed), sana indirilen (Kur'an)'a ve senden önce indirilen (kitaplar)a inandıklarını (sözde) iddia edenleri görmedin mi? Kendilerine inkar (ve red) etmeleri emredildiği halde yine de tağuta mahkeme olmak isterler. Şeytan da onları (böylece hidayetten) uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister. Onlara: “Haydi (hakem olarak) Allah'ın indirdiği (Kur'an-ı Kerimi) ne ve Rasulü'ne gelin” dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları (kötülükler) yüzünden kendilerine bir felaket geldiği vakit: “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka (bir şey) istemedik” diye nasıl da Allah'a yemin ederek sana gelirler. Onlar, kalplerinde olan (yalan)ı Allah'ın bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, yine de onlara öğüt ver ve kendileri hakkında tesirli söz söyle.” (en-Nisa 4/60-63)
Onların bir diğer sıfatı da şudur: Onlar, insanların akıl ve görüşleriyle Rasulüllah’ın getirdiklerine karşı koyarlar. Dolayısıyla onlar hem Rasulüllah'ın getirdiklerinden yüz çevirmişler, hem de onun getirdiklerine karşı koymaktadırlar. Onlar iddia ederler ki, hidayet/doğru yol insanların akıl ve görüşlerinde olup, Rasul'ün getirdiklerinde değildir. Şayet onlar sadece onun getirdiklerinden yüz çevirseler ve başka bir şeyi onunla değişselerdi, yine de münafık olurlardı. Peki bununla beraber onun getirdiklerine karşı koyup, hidayetin ondan elde edilemeyeceğini iddia ederlerse nasıl olur!?
Onların belirgin özelliklerinden biri de şudur: Onlar hakkı gizlerler ve hak ehlinin kafalarını karıştırmaya çalışırlar. Onlar hak ehline kendi ilaçlarından vermek isterler. Hak ehli olanlar iyiliği emredip kötülüğü nehyettikieri ve Allah'a davet ettikleri zaman, hemen onları yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmakla itham ederler. Halbuki Allah'da, Rasulü'de ve mü’minlerde biliyorlar ki yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranlar onların ta kendileridirler.
Rasullerin varisleri, onları Allah'ın kitab’ına ve Rasulüllah'ın sünnetine -saf ve bütün şaibelerden arınmış olarak- davet ettikleri zaman; hemen onları bid'at ehli ve sapık diye itham ederler.
Onlar hak ehlini dünya hususunda zahit, ahirete rağbetli ve Allah ile Rasulüne itaatkar gördükleri zaman, hemen onları kötü ahlak, aldanmışlık ve imkansız bir şeyle meşgul olmakla itham ederler.
Onlar hak ehlinin elinde hakkı gördükleri zaman, ona batıl elbisesini giydirir ve insanların ondan uzaklaşmasını sağlamak için çirkin bir kalıp içinde onu aklı zayıf olan insanlara sunarlar. Fakat kendi ellerinde bulunan batıla da hak elbisesini giydirir ve kabul edilmesi için süslü bir kalıpta insanlara onu sunarlar.
Elhasıl: Müslümanlar arasında onlar, saf altın paralar arasında bulunan karışımlı, sahte paralardır ki, insanların çoğunluğunun yanında -sarrafçılıktan anlamadıkları için- bunlar revaçta olur. Ancak insanlardan basiretli sarraflar bunların halini bilebilirler ki, onlar da çok azdırlar.
Hiç şüphesiz ki dinler için bu tip insanlardan daha zararlı hiç kimse yoktur. Dinleri bozanlar da bunlardan başkası değildir. Bundan dolayıdır ki Allah Teala Kur'an'ı kerimde bunların durumunu açıklığa kavuşturmuş, sıfatlarını iyice izah etmiş ve hallerini beyan etmiştir. Onların ümmete çıkardıkları zorluklar şiddetli olduğu ve ümmetin onlarla imtihanı büyük olduğu için Allah Teala tekrar tekrar onları zikretmiştir. Zira onlar ümmetin arasında bulunmakta ve ümmetin onları tanımaya, onlara benzemekten ve onlara kulak vermekten sakınmaya şiddetli bir şekilde ihtiyacı vardır.
Onlar Allah'a seyr-u sülük yapan nicelerinin hidayet yollarını kesmiş, onları helak ve dalalet yollarına sevketmiş, onlara çeşitli vaadlerde bulunarak boş arzularla onları aldatmışlardır. Ancak onların vaat ettiğ şey aldanmak olup, telkin ettikleri dileklerde veyl ve ölümdür.
Onlar vasıtasıyla nice insan şeytan yolunda öldürülmüş, nicelerinin de iman ve takvaları çıkarılıp atılmıştır. Onlardan dolayı kimileri esir düşerek tüm kurtuluş umutlarını yitirmişlerdir. Kimileri de Allah'ı bırakıp kaçmış, başka şeylere yönelmiştir. Heyhat! Kaçış zamanı değildir. Onlarla beraber olmak ayıp ve rezillik olup, onları sevmek Cebbar olan Allah'ın gazabının inmesine ve cehenneme girmeye sebep olur.
Onların avcılarının köpekleri kimi yakalasa ve görüşlerinin pençeleri kime takılsa, ondan din ve iman elbiselerini parçalayıp çıkarırlar ve onun için bela ve perişanlık elbiselerini dikerler. Artık o, mahrumiyet ve şakavet eteklerini yerlerde sürüyerek, gerisin geriye topukları üzere yürümeye başlar ve bunun ilerlemek olduğunu zanneder.
Allah'a yemin olsun ki onlar yol kesen eşkiyalardır. O halde ey saadet ehlinin makamlarına doğru yolculuk yapan kervan, onlardan son derece sakın ve kesinlikle bunu ihmal etme! Zira onlar kasap olup, dilleri bela ve musibet kesen keskin bıçaklardır. Dolayısıyla ey koyun sürüsü, onlardan son derece kaçın! İşte gerçek düşmanlar onlardır, onların bela ve musibetine uğramaktan sakının! Hiç şüphesiz ki bizim onlarla birlikte yaşamamız kaçınılmazdır. Onlarla bir arada yaşamanın en büyük hastalık olmasına rağmen, bizim bundan başka bir çaremiz de yoktur.
Onlar kendilerini, cehennemin kapısında duran ve ona davet eden cehennem davetçileri yaptılar; onların davetine icabet edenlere helak olsun!
Onlar cehennemin etrafında, bütün süs ve çekiciliğiyle beraber ağlarını kurdular; onların ağlarının süs ve çekiciliğine aldananlara veyl/yazıklar olsun!
Onlar ağlarını kurdular.. İplerini uzattılar… Ve çağrıcıları şöyle çağırdı: “Ey koyunlar sürüsü, haydin helaka! Haydin yokolup ziyana uğramaya!” Bütün koyanlar koşuşarak onlara doğru yarışa girdiler ve onlarda koyunları sulamak için tatlı kaynaklara değil, azap havuzlarına götürdüler… Onlar bu koyanları, helak ve belanın en büyüğüne sattılar. Ve onlara dediler ki: “Haydin perişan bir vaziyette bu alçalmışlık kapısından girin ve: “Bizim günahlarımızı bağışla” demeyin; zira gün, bağışlanma günü değildir.”
Muhakkak ki hayret edilmesi gereken kişiler bunların ip ve ağlarına tutulan kişiler değil; onların tuzaklarından kurtulabilen kişilerdir. Bedbahtlığı kendisine galip gelmiş ve bunun için yaratılmış olan bir kişi, bunların tuzaklarından nasıl kurtulabilir ki?
İşte şüphesiz ki bu tabakayı oluşturanlara, ancak Allah'ın kendilerini yerleştirmiş olduğu perişanlık ve alçalmışlık yurduna yerleştirilmeleri ve küfür ile inat ehlinin makamlarının en aşağısına indirilmeleri yaraşır.
Muhakkak ki kulun iman ve marifeti oranında, bu tabaka ehlinden olmaktan korkusu da artar. İşte bundan dolayıdır ki ümmetin önderleri ve öncüleri olan ashab, bunlardan almaktan yana kendi nefisleri hakkında şiddetli bir korkuya kapılırlardı. Nitekim Ömer bin Hattab (ra) şöyle derdi: “Ey Huzeyfe, Allah hakkı için söyle: Rasulüllah onlar arasında benim adımı da zikretti mi?” Huzeyfe dedi ki: “Hayır. Fakat senden sonra hiç kimseyi tezkiye etmeyeceğim.” Yani; senden başka bu hususta hiç kimseye bir şey söylemeyeceğim. Yoksa bu: “Senden başka hiç kimse münafıklıktan beri değildir” anlamında anlaşılmamalıdır.
İbni Ebi Melike de şöyle der: “Ben Rasulüllah (sav)’in ashabından otuz kişiyle karşılaştım, onların hepsi de kendi nefisleri hakkında nifaktan korkarlardı. Onlardan hiç biri: “Cebrail ve Mikail'in imanı üzere olduğunu” söylemiyordu.” (Buhari; İbni Hacer, Fethü'l-Bari, 1/109)
Ibn-i Kayyum El-Cevziyye(Rha)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder