Mezheb Taassubçularına Mezheb İmamlarından Cevap
Müçtehit âlimlerin bu konuyla ilgili görüşlerinden ulaşabildiklerimizi veya bir bölümünü aktarmamız faydalı olacaktır. Belki bu görüşler, onları hatta daha alt seviyede olanları körükörüne taklit eden[1] ve onların mezheplerine ve görüşlerine gökten inmiş açık hüküm ve delil gibi sarılan insanlara bir nasihat ve uyarı olur. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” [2]
* İmam Ebû Hanife
Bu müçtehit âlimlerin ilki, Allah rahmet eylesin, İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit’tir. Mezhebinden olanlar, ondan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişlerdir. Hepsi de aynı sonuca götürmektedir ki, o da,
“Hadisle amel etmenin ve imamların ona ters olan görüşlerini terk etmenin vacip olmasıdır.”
1- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” [3]
2- “Nereden aldığımızı bilmedikçe hiç kimseye bizim görüşümüzle amel etmesi helâl değildir.”
Bir başka rivayette:
“Delilimi bilmeyen kimsenin görüşlerimle fetva vermesi haramdır.” [4]
Bir başka rivayette:
“Çünkü biz insanız. Bugün bir söz söyler, yarın ondan vazgeçebiliriz.” şeklinde ziyade vardır.
Bir diğer rivâyette:
“Aman ey Yakub (Ebû Yusuf)! Benden duyduğun her şeyi yazma. Çünkü ben bugün bir görüş dile getirir, yarın onu terk edebilirim. Yarın bir görüş dile getirir, öbür gün ise onu terk edebilirim.” [5]
3- “Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın.” [6]
* Malik b. Enes
İmam Malik şöyle demiştir:
1- “Ben bir insanım; doğruya ulaştığım da olur, yanıldığım da olur. Benim görüşlerime bakın; onlardan Kitap ve Sünnet’e uyanları alın, onlara uymayanları bırakın.” [7]
2- “Allah Rasûlü (s.a.v.)’nden başka herkesin sözü alınır da, terk edilir de.
Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun dışındadır.” [8]
3- İbn Vehb şöyle demiştir:
İmam Malik’e, abdest alırken ayak parmaklarının aralarını yıkama meselesi sorulduğunda şu cevabı verdiğini duydum:
“Bu, insanlar için, yapmaları zorunlu olan bir şey değildir.”
İnsanlar çevresinden dağılıncaya kadar bekledim.
Sonra ona: “Bu konuda bizde bir sünnet var.” dedim.
“Nedir o?” dedi.
Dedim ki: “Leys b. Sa’d, İbn Lehia ve Amr b. Haris’in bize haber verdiğine göre; Yezid b. Amr el-Meâfirî, Ebû Abdurrahman el-Hubulî’den el-Müstevrid b. Şeddad’ın şu sözünü nakletmiştir:
“Allah Rasûlü’nü (s.a.v.) serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovalarken gördüm.”
İbn Vehb şöyle dedi: [Malik dedi ki:] “Bu hasen bir hadistir, ilk defa şimdi duyuyorum.”
Artık kendisine bu mesele sorulduğunda, insanlara parmak aralarını ovalamayı emrettiğini duydum. [9]
* İmam Şafiî
İmam Şafiî’ye gelince; bu konuda ondan gelen nakiller daha fazla ve daha güzeldir.[10] Şafiî mezhebinin müntesipleri, bu nakillerle en fazla ve en iyi şekilde amel eden insanlar olmuşlardır. Bu konudaki sözlerinden bazıları şunlardır:
1- “Her insana Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim prensiplerde, Allah Rasûlü’nün sünnetine aykırı bir durum varsa, bu durumda Allah Rasûlü’nün hadisi, benim görüşümdür.” [11]
2- “Müslümanlar şu konuda ittifak etmişlerdir:
Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sünneti açıkça belli olduktan sonra onu başka birinin sözü için terk etmesi helâl değildir.” [12]
3- “Kitabımda Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sünnetine ters bir şey bulursanız, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sünnetiyle amel edin; benim görüşümü bırakın.”
(Bir başka rivayette: “Ona uyun; başkasının sözüne itibar etmeyin.”) [13]
4- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” [14]
5- “Siz [15] hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Sahih hadis olduğunda onu bana bildirin. Kûfeli, Basralı veya Şamlı, hangi diyardan olursa olsun, sahih olduğunda ona gideyim.”
6- “Hadis âlimleri tarafından benim görüşlerime aykırı olarak sahih hadis rivayet edilecek olursa, ben hadise muhalif o görüşlerimden sağlığımda da, öldükten sonra da vaz geçtim.” [16]
7- “Hz. Peygamber’den (s.a.v.) sabit olan sahih bir hadise rağmen benim ona ters bir söz söylediğimi görürseniz bilin ki, aklım gitmiştir.” [17]
8- “Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisine muhalif olan bütün söz ve görüşlerimde, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisi uyulmaya daha layıktır; beni taklit etmeyin.” [18]
9- “Benden duymamış olsanız dahi Hz. Peygamber’den rivayet edilen her hadis benim görüşümdür.” [19]
4- Ahmed b. Hanbel
İmam Ahmed’e gelince; o, müçtehit âlimler arasında en fazla hadis toplayan ve onlara en çok bağlanan kişidir. Hadise bağlılıkta o kadar ileriydi ki, dinin ayrıntı ve reyle ilgili konularında kitap kaleme alınmasını hoş görmezdi.”[20] O, hadise bağlılık hususunda şöyle demiştir:
1- “Beni taklit etme. Malik’i de, Şafiî’yi de, Evzaî’yi ve Sevrî’yi de taklit etme. Onlar bilgiyi nereden aldılarsa, sen de oradan al.” [21]
Bir başka rivâyette şöyle demiştir:
“Dininde bunlardan hiç kimseyi taklit etme. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) ve ashabından ne gelmişse, onu al ve onunla amel et. Onlardan sonraki nesil olan tâbiûndan gelenlere gelince, kişi onların görüşleriyle amel edip etmemekte serbesttir.”
Bir keresinde de şöyle demiştir:
“İttibâ, kişinin, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) ve ashabından gelene tâbi olmasıdır. Tabiûndan sonra kişi, dilediğine tâbi olmakta serbesttir.” [22]
2- “Evzaî’nin görüşü, Malik’in görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü...
Bunların tümü birer görüşten ibarettir ve bana göre hepsi eşittir. Delil sadece eserlerdedir.” [23]
3- “Kim Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) hadisini kabul etmezse, o helâkın eşiğindedir.” [24]
İşte bunlar, müçtehit âlimlerin sünnete sarılmayı emreden ve kendilerini basiretsiz bir şekilde taklit etmeyi yasaklayan sözleridir. Bunlar yorum ve tartışma kabul etmeyecek derecede gayet açık ve net sözlerdir. Bundan dolayı, sünnetle sabit olan bir şeyi yapan kimse, böyle yapmakla o konuda kendi mezhep imamının bazı görüşlerine aykırı düşse dahi, onun mezhebinden ve yolundan çıkmış olmaz. Tam aksine müçtehit imamların hepsine birden tâbi olmuş ve kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak müçtehit âlimlerin görüşlerine aykırı olmasından ötürü, sabit sünneti terk eden kimsenin durumu bundan farklıdır; o, âlimlere karşı gelmiş ve onların yukarıda geçen sözlerine aykırı davranmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [25]
“Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” [26]
KAYNAKLAR:
[ŞEYH ELBANİ, "HZ. PEYGAMBER'İN NAMAZ KILMA ŞEKLİ" KİTABINDAN ALINTIDIR.]
[2] A’raf, 3.
[3] İbn Abidin, “el-Hâşiye” (1/63), “Resmü’l-müftî, Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.4) ve Şeyh Sâlih el-Fullânî, “Îkâz’ul-himem” (s.62) ve başkaları nakletmişlerdir. Ayrıca İbn Abidin “Şerhu’l-hidaye”de, İbnu’l-Hümam’ın hocası İbnu’ş-Şahna el-Kebîr’den onun şöyle dediğini nakleder:
“Hadis sahih olduğunda, mezhebin görüşüne ters de olsa hadisle amel edilir. Bu durumda o kişinin mezhebi, amel ettiği o hadisin hükmü olur. Hadisle amel etmekle kişi, Hanefî olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebû Hanife’nin “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” sözü sabit olmuştur. İbn Abdülberrr bu sözü, Ebû Hanife’den ve başka âlimlerden rivâyet etmiştir.”
[4] İbn Abdülberr, “el-İntikâ fî fedâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâ” (s. 145); İbn Kayyim, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/309); İbn Abidin “el-Bahru’r-râik”e yaptığı “el-Haşiye” (6/293), “Resmü’l-müftî” (s.29,32); Şa’rânî, “el-Mîzân” (1/55), ikinci rivâyet. Üçüncü rivâyeti ise, Abbas ed-Dûrî, İbn Main’in “et-Târîh”inde (6/77/1), İmam Züfer’den sahih bir senedle rivâyet etmiştir. Benzer bir söz de Ebû Hanife’nin talebeleri Ebû Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid’den rivâyet edilmiştir; bkz. “el-Îkâz”, s. 52. İbn Kayyim, Ebû Yusuf’tan gelen rivâyetin kesinlikle sahih olduğunu söyler (2/344). “el- Îkâz”a yapılan yorumda yer alan fazlalık (s.65), İbn Abdülberr ve İbn Kayyim’den rivâyet edilmiştir.
[5] Şa’rânî “el-Mîzân” (1/62)’da özetle şöyle demektedir: “İmam Ebû Hanife hakkında bizim ve her insaf sahibi insanın kanaati şudur: Şayet o, şer’î deliller derlenip düzenlendikten, bu amaçla hadis hafızlarının çeşitli bölgelere yaptıkları seyahatler bittikten sonra yaşamış ve bu hadislere ulaşmış olsaydı, kesinlikle hadisleri esas alır, hadise ters kıyasları terk ederek, hadisle amel ederdi. Bu takdirde diğer mezheplerde az olduğu gibi onun mezhebinde de kıyas az bulunurdu. Ancak şer’î deliller, onun döneminde ve tabiûn ve tebeu’t-tabiîn dönemlerinde çeşitli şehir ve bölgelerde dağınık bir hâlde bulunuyordu. Böyle olunca, zorunlu olarak, onun mezhebinde kıyas sayısı diğer mezheplere oranla daha fazla olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselelerde, diğer müçtehit âlimlerin aksine o delile sahip değildi. Diğer müçtehit âlimlerin dönemlerinde hadis hafızları çeşitli şehir ve bölgelere yaptıkları yolculuklar sonunda hadislerin toplama işini bitirmişler ve onları ilmî bir disiplin altında biraraya getirmişlerdi. Böylece toplanan hadisler, sorunların da çözümünü getirmişti. Kıyasın sayısının onun mezhebinde çok, diğer müçtehitlerin mezheplerinde ise az olmasının nedeni budur.”
Bu bilgilerin büyük bir bölümünü Ebü’l-Hasenât, “en-Nâfiu’l-kebîr” adlı kitabında nakletmiş (s.135) ve bunu açıklayıcı ve destekleyici bilgilerle zenginleştirmiştir. Dileyen oraya baksın.
[6] el-Fullânî, “el-Îkâz” s.50. Bu görüşü İmam Muhammed’e nisbet etmiş ve şöyle demiştir:
“Elbetteki bu ve benzeri sözler müçtehit âlimler için söylenmemiştir. Çünkü müçtehit âlimin bu konuda onların görüşlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu görüş, mukallitler hakkında geçerlidir.”
[7] İbn Abdülberr, “el-Câmi” (2/32). Ondan naklen İbn Hazm, “Usûlü’l-ahkâm” (6/149). Ayrıca bkz. el-Fullânî (s. 72).
[8] Bu sözün İmam Malik’e ait olduğu, sonradan gelen âlimler arasında meşhurdur. İbn Abdülhâdî, “İrşâdü’s-sâlik” (1/227) adlı kitabında bu sözün ona ait olduğunu doğrulamıştır. İbn Abdülberr “el-Câmi” (2/ 91)’de, İbn Hazm “Usûlü’l-ahkâm” (6/145,179)’da bunu Hakem b. Uteybe ile Mücahid’in sözü olarak nakletmişlerdir. Takıyuddin es-Subkî de “el-Fetâvâ” (1/148)’da bunu İbn Abbas’ın sözü olarak nakletmiş ve çok güzel bir söz olduğunu dile getirerek, şöyle demiştir:
“Bu sözü İbn Abbas’tan Mücahid, o ikisinden de İmam Malik almıştır. Daha sonra onun sözü olarak meşhur olmuştur.”
Sonra da onlardan İmam Ahmed almıştır. Ebû Davud “Mesâilu’l-İmam Ahmed” (s. 276) adlı kitabında şöyle der: “Ahmed’in şöyle dediğini işittim: Hz. Peygamber (s.a.v.) dışında her insanın bazı görüşleri alınıp, bazı görüşleri terk edilebilir.”
[9] İbn Ebû Hatim, “el-Cerh ve’t-ta'dil” isimli kitabının önsözü (s. 31, 32). Beyhakî “Sünen”de (1/81)’de bunu tam olarak rivâyet etmiştir.
[10] İbn Hazm şöyle demiştir (6/118): “Taklit edilen fakihlerin bizzat kendileri taklidi kabul etmemişlerdir. Onlar, öğrencilerini taklitten sakındırmışlardır. Bu hususta en fazla titizlik gösteren de İmam Şafiî’dir. Çünkü o, sahih hadislere uyma ve hadislerin gereğince amel etme konusunda kimsenin ulaşamadığı seviyeye ulaşmış ve tümüyle taklit edilmekten de uzak olduğunu açıkça ilan etmiştir. Allah bu davranışından dolayı onu mükâfatlandırsın ve sevabını ona bol bol versin. O birçok hayrın sebebiydi.”
[11] Hâkim bunu İmam Şafiî’ye ulaşan bir rivâyet zinciri ile rivâyet etmiştir. Bkz. İbn Asâkir, “Târîhu Dımaşk” (15/1/3); “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 363-364) ve “el-Îkâz” (s.100).
[12] İbn Kayyim (2/361); el-Fullânî (s.68).
[13] el-Herevî, “Zemmü’l-kelâm” (3/47/1); Hatîb, “el-İhticâc bi’ş-Şâfiî” (8/ 2); İbn Asâkir (15/9/1); Nevevî “el-Mecmû” (1/63); İbn Kayyim (2/ 361); el-Fullânî (s.100). Diğer rivâyet için bkz. Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/107); İbn Hibbân “es-Sahîh” (3/284 - el-İhsân) sahih bir senedle.
[14] Nevevî, a.y.; Şa’rânî (1/57) (Bu sözü, Hâkim ve Beyhakî’ye dayandırmıştır); Fullânî (s.107). Şa’rânî şöyle demiştir: “İbn Hazm şöyle dedi: “Yani hadis, ona veya başka âlimlere göre sahih olduğunda.”
[15] Burada hitap İmam Ahmed b. Hanbel’edir. Bkz. İbn Ebû Hâtim “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s.94-95); Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/106); Hatîb “el-İhticâc biş-Şâfiî” (8/1); ondan naklen İbn Asâkir (15/9/1), İbn Abdülberr “el-İntikâ” (s.75); İbnü’l-Cevzî “Menâkibü’l-İmâm Ahmed” (s.499); Herevî (2/47/2). Bunlar, üç ayrı senedle Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’in, babasından, İmam Şâfiî’nin böyle dediğini naklettiğini rivâyet etmişlerdir. Bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğu doğrudur. Bu yüzden İbn Kayyim “İ’lâm” (2/325) ve el-Fullânî “el-Îkâz” (s.152)’de bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğunu kesin bir şekilde dile getirmişler ve şöyle demişlerdir
[16] Ebû Nuaym, “el-Hilye” (9/107), el-Herevî (47/1), İbn Kayyim, “İ’lâmü’l-muvakkiîn” (2/363), el-Fullânî (s.104).
[17] İbn Ebû Hâtim, “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s. 93); Ebû’l-Kâsım es-Semerkandî, “el-Emâlî”; ondan nakille Ebû Hafs el-Müeddib, “el-Müntekâ” (1/234); Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/106) ve İbn Asâkir (15/10/1) sahih senedle rivâyet etmiştir.
[18] İbn Ebû Hâtim (s.93); Ebû Nuaym ve İbn Asâkir (15/9/2) sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
[19] İbn Ebû Hâtim (s.93-94).
[20] İbnü’l-Cevzî, “el-Menâkıb” (s.192).
[21] el-Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm” (2/302).
[22] Ebû Davud, “Mesâilü’l-İmâm Ahmed” (s.276-277).
[23] İbn Abdülberr, “el-Câmi” (2/149).
[24] İbnü’l-Cevzî (s.182).
[25] Nisa, 65.
[26] Nur, 63
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder