Sayfalar

27 Kasım 2012 Salı

Müslüman olmaktan korkuyor muyuz?


İnsanların inanç ve idealleri yaşamları boyunca hayatlarında direk olarak etkili olmuş, şahısları yönlendirmiştir. Yaratılış itibariyle bir olguya inanmak ihtiyacı insanın en temel zaruretlerinden olmuştur. Tarih boyunca çeşitli fikirler, inançlar, ideologlar ve ideolojiler ve peygamberler gelerek insanlara yön vermiş onların hayatlarında ve yaşam tarzların da etkili olmuştur. Bizim içinde belli kurallar ve yaşam tarzı getiren son peygamber Hz. Muhammed (s. a. v. )olmuştur. O`nun getirdiği ve tüm dünyaya vaaz ettiği son din İSLAM ve son kitap KUR`AN, kendine inananların kalbinde yer ederek hayatların da belli bir düzene sokmuştur.

Devamını oku...

22 Kasım 2012 Perşembe

ISLAH VE İFSAD



İçinde yaşadığımız bu çağ, neredeyse herşeyin aslının bozulduğu, fesada uğradığı, yapaylaştığı, hakiki suretini yitirdiği bir çağ.

Fıtrî olanın hor görülmesinin, fıtratın hor kullanılmasının bir sonucu bu.
İnsan elinin değdiği herşeyin büyük bir hızla fesada uğradığını görüyoruz. Yediklerimiz, içtiklerimiz; hava, su, toprak...
Ve ahlâk ve toplum ve hayat... Ve anlayışlarımız, telakkilerimiz...
Bu bozulmanın hakiki mağduru biziz; yani insan.
Devamını oku...

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Irk ve Irkcılık




Irk: belli bir kesimde yaşıyan bir kabile ya da milletin veya ailenin kökü, soyu demektir.

Irkçılık:Belli bir ırkı diğer ırklardan üstün tutmak, ona bazı özellikler vermek anlamına gelen bir kavram ve bu kavram doğrultusunda ge­liştirilen sistem demektir.
Bilim açısından ırkçılığın yerine gelince: Bu, savunulması çok zor, hattâ imkânsız bir teori sanılmaktadır. Çünkü saf ırkların yer­yüzünde kalmadığı bir gerçektir. O halde herhangi bir ırkın üstünlüğünden söz etmek de o derece anlamsızdır.
Devamını oku...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Muvahhid Kadının Tevhid Bilinci ve Mücahid Evlad Eğitimi


 Ruhlar âleminde ALLAH ile yapılan ahidleşmeyle (sözleşme) başlar Tevhid bilinci…   "Onlar, ALLAH'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (Misak'ı) bozmazlar." (Râd,13/20.) Yüce Rabbimiz ALLAH (c.c)'ın  “onlar ALLAH'ın ahdini yerine getirirler” buyruğu, selim akıl sahiplerinin özelliğidir. Rabbiyle ruhlar âleminde ahitleşen ruh, ana rahmi aracı kılınarak dünyaya gönderilir. Ruhlar âleminde başlayan ruhun serüveni, tevhid bilinci, muvahhid kadının rahminde biçimlenecek, geldiği yeryüzünde, tüm dünyayı etkileyecek ve sarsmak üzere önem arz etmektedir. Tertemiz rahimlere ekilen tertemiz tohumlar, temiz mahsuller için en güzel sonu hazırlayacaktır…
 Kadının rahmini vesile kılarak, Yaradan ALLAH; yaratma sıfatıyla Hakkı batılın beynine fırlatıp atmış ve batılı paramparça etmiştir.
Devamını oku...

Yalnız Kur'an Yeter Diyenler

"Muhacirlerden ve Ensardan ilk sıraya geçmiş o kimseler ve bunlara güzelce (ihsan ile) tabi olanlar (var ya) Allah onlardan razi olmuştur, onlar da ondan razi olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarında, ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe. 100)

NİSA-150- Onlar, Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. "Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz" derler. Bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isterler.

Devamını oku...

14 Ağustos 2012 Salı

Kadir Gecesi

- Gerçek şu ki, biz onu kadir gecesinde indirdik.(1)
- Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
- Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.(2)
- Melekler ve ruh, (3) onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.(4)
- Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.(5)(Kadir1-5)

1."Kadir", bazı müfessirlere göre "takdir" anlamındadır. Yani bu gece, Allah'ın, takdiri uygulamak için meleklere emir verdiği gecedir.
Devamını oku...

La İlahe İllAllah diyen bir kimse, genel olarak şöyle demiştir

insanın, manasını bilmediği bir şeyi kabul etmesi imkansızdır. “La ilahe illAllah” kelimesi, arapça bir kelimedir ve şüphesiz bir manası vardır.

La ilahe illAllah kelimesi ve bu kelimeyi açıklayan ayetler incelendiğinde, La ilahe illAllah kelimesinin iki bölümden oluştuğu görülür:

a) - “La ilahe”: Reddetme bölümü.

“La ilahe” diyen bir kimse, genel olarak şöyle demiştir:

Devamını oku...

LA ile Tağut ve Tağut ahkamları inkar edilir

Allah (c.c.) göndermiş olduğu bütün Rasuller, nebiler kavimlerini , insanları hep bir kelimeye , LA İLAHE İLLAllah’a çağırmışlardır. Ve her toplumda bu davete karşı çıkmıştır. Hatta çok azı müstesna olmak üzere pek azı kabul görmüş , ve kavimlerine İslam’ı hakim kılabilmişlerdir. Peygamberlerin çoğu asılmış, kesilmiş, taşlanmış vs. öldürülmüşler, dışlanmışlardır. Acaba bu kelime ne anlama geliyordu ki bütün ağababalar , düzeni elinde bulunduranlar, insanları sömürenler, makam sahipleri , zalimleri , sülükler, belamlar, ben bu toplumun melikiyim , rabbiyim diyenler şiddele karşı çıkmışlar ve ellerinden geleni yaparak, hatta saf , cahil halkı da kandırarak ikna ederek Rasullerine saldırtmışlardır. Bunun sebebi tek bir kelime idi , o da LA İLAHE İLLAllah . Acaba bu kelimeden ne anlıyorlardı ki ? Şimdi bu kelimeyi bir inceleyelim.
Devamını oku...

İmanın Gereği

İman, yüce Allah'ın yeryüzündeki kullarından birine bahşedeceği en büyük nimettir.

Rızık, sıhhat, hayat ve çeşitli yararlı şeylerin dışında kulun sahip olduğu en büyük nimet...

Evet, insan varlığına ayırıcı bir gerçeklik kazandıran ve kainat içinde oldukça büyük ve esaslı bir rol yükleyen ilahi bir bağıştır iman...

Bir kalpte yerleştikten sonra imanın insan varlığında gerçekleştirdiği ilk değişiklik o kişinin varlık hakkında kapsamlı bir düşünce edinmesi, çevresindeki varlıklarla ilişki kurması, varlıktaki rolünü bilmesidir.

Çevresindeki değerler, eşya, şahıslar ve olaylar hakkında sıhhatli bir düşünce edinmesi, Allah'a kavuşuncaya kadar yeryüzündeki seyahatinde güven içinde olmasıdır.
Devamını oku...

İslam'ın Hareket Metodu ve Batıl Metodlar

"Bu dine sahip çıkanların şu gerçeği iyi bilmeleri gerekir. Bu din nasıl Allah'tan gelen bir din ise onun hareket metodu da aynı şekilde Allah'tan gelmiştir, esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir gerçektir ki bu dinin hakikatini ameli metodundan ayırmak imkansızdır.

İslam'ın bu şekildeki faaliyet metodunu öğrenince Mekke'de takip ettiği metodun esas olduğunu daha iyi kavrarız. Mekke devresi sadece ilk müslüman cemaatin oluşumuna has bir merhale ve ona uygun bir metoddan ibaret değildir. Bu, her zaman ve her yerde takip edilmesi gereken metoddur. Bu metodu takib etmeden bu din asla hakim olmaz." (İslam'ın Hareket Metodu s:103)

Devamını oku...

AYETLER'DE KELİME-İ TEVHİD


Tevhîd birlestirme, birleme, bir oldugunu kabul etme ve bu sekilde inanma demektir. Istilahi manasi ise; Allah'tan baska ilâh olmadigina iman etmek, O'ndan baska Rab ve Ma'bud tanimamaktir. Baska bir deyisle; ihtiva ettigi manaya gönülden inanarak "Lâilâhe illALLAH  Muhammedun Rasûlüllah" sözünü söylemektir. iste "Allah'tan baska ilâh yoktur Muhammed Onun Rasûlüdür" anlamina gelen bu söze"Kelime-i Tevhîd" denir.

"Kelime-i Tevhîd " tüm semâvî dinlerin ortak inanç esaslarinin temelini teskil eder. Bu temele dayanmayan inanislarin ve ibadetlerin tümü batildir, Allah'in yaninda makbul degildir. Nitekim, Cenab-i Allah'in göndermis oldugu elçilerinin tümüne vahyettigi ve insanlara teblig edilmesini istedigi en önemli husus, "Tevhîd" inancinin esasini teskil eden bu kutsal kelimedir. Hak Teâlâ, Kur'ân-i Kerîm'de, son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s)'e hitaben:
Devamını oku...

Kuran ve Hadis de Tevhid

Tek ilah'tan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O tek olan ilah da, şeriki olmayan Yüce Allah'tır. Çünkü ibadete layık olan, ancak O'dur.

Bu kelimenin gereği, Allah'ın (c.c.) dışındaki bütün sahte ilahları reddetmektir.

Zira Allah (c.c.) dışındaki mabutların ilahlık iddiası batıldır. Çünkü O'ndan başka bir şey ibadete (dua edilmeye, emir ve yasak koymaya, nizam tespit etmeye) layık değildir.

Uluhiyetin başkaları için reddedilmesi, ilahlığı sadece ortağı olmayan Allah'a (c.c.) ait kılmayı ve O'nun yanında ikinci bir ilah edinmemeyi gerektirir.

Devamını oku...

Cihad ve Şehadet



İslam’ın her buyruğu gibi, cihad ve şehadet kavramları da anlamakla ve yaşamakla mükellef olduğumuz kavramlarımızdandır. Öncelikle bu kelimelerin anlamını vererek konumuzu açıklamaya çalışalım.

Cihad, İslâm’ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, cehd ve gayret sarf etmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Başka bir ifade ile Allah Teâlâ tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihinsel düşünceleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk’ın düşmanlarını yola getirmek için gayret göstermesi “cihad” dır. Cihadı yapan kişi de “mücahit”tir.

Devamını oku...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Tağut ve Reddi


Muvahhit Olarak Allah’a İman Etmede Tağut’u Reddetmek (İnkar Etmek) Şarttır
Üçüncü ayet:
“O halde kim tağut’u inkâr edip Allah’a inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır ki o, hiçbir zaman kopmaz Allah işitir ve bilir” (Bakara 2/256)
Kurtubi’den:
Allah (cc) diyor ki:
“O halde kim tağut’u inkâr edip Allah’a inanırsa”
Burada ortaya kesin bir şart koymuştur -Tağut ise Taberi’nin ifadesine göre haddi aşana denir- Bu şartın cevabı şudur:
Devamını oku...

TEVHİDİ ANLAMAK

Cahiliye sistemleri ve bu sistemleri ayakta tutanlar, 
tuğyan projeleri üreterek insanlarla tevhidin arasına 
geçmişlerdir. Günümüzde de tüm dünya genelinde 
insanlarla tevhidin arasına geçmek için büyük bütçeler sarf etmektedirler. Bu bozuk sistemler insanların tevhidi duymamaları ve tevhide yönelmemeleri için alternatif modeller sunarak insanlığın hüsranı için çabalarlar.  Tüm sömürü düzenlerinde sömürenler, sömürü 
kavramının içeriğini değiştirdikleri gibi, tevhide  alternatif model 
sunanlarda, din sömürücüleri eliyle tevhidin içeriğini değiştirerek 
anlattırırlar.
Devamını oku...

11 Mayıs 2012 Cuma

BEDELLİ ÖZGÜRLÜK


                                                   Bismillahirrahmanirrahim
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, rahman, rahim ve din gününün meliki olan Allah’a mahsustur. O egemenliği kendi tekeline almış ve tağutu red edip kendisine yönelenleri cennetle müjdelemeiştir. Salat ve selam kendisinden sonra nebi gelmeyecek olan Muhammed bin Abdullah’adır.

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının. Sizler, kesinlikle Müslüman olarak ölün.” (3/Ali İmran 102)
“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar vücuda getirip (dünyanın dört bir tarafına) yayan Rabbinizden (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah’tan ve sıla-i rahmi kesmekten korkun. Hiç şüphesiz ki O, sizin üzerinize Rakîb’tir. (En ince ayrıntısına kadar her halinizi daima gö­zetendir.)” (4 Nisa/1)
“Ey iman edenler! Allah’tan (emir ve nehiylerine ria­yetsizlikten) sakının ve doğru olan sözü söyleyin ki, Allah, yaptığınız amelleri kabul etsin ve günahlarınızı affetsin. Allah ve Resulüne itaat eden, elbette ki bütün büyük emel ve beklentilerini elde etmiştir.” (33 Ahzab/71)

En doğru söz, Allah’ın kelamı ve en mustakim yol, Mu­hammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) rehberlik ettiği yoldur. Yoldan saptıran en şerli şeyler, dinde sonradan çıkartılan şeylerdir. (Din adına başlı başına bir ibadet olması amacıyla) dinde sonradan çıkartılan her şey bid’attir. Her bid’at sapkın­lıktır. Ve hiç şüphesiz ki, her sapkınlık azaba mustehaktır…
Her kim Rab(egemen, otoriter ve sistem vaaz eden) olarak Allah’ı, din(yaşam tarzı ve kanunu) olarak İslam’ı ve rehber-komutan-önder olarak Muhammed bin Abdullah’ı seçerse kesinlikle imanın tadına varmıştır!

Ve şimdi bir de nefislerimizin kötülüğünden, vesvesecilerin vesveselerinden ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınıyoruz! Rabbim bize hakkı hak; batılı batıl olarak bize göster. Kalplerimizi eğrilme. Muhakkak kalpler senin elindedir, dilediğin şekilde evirip çevirirsin. İmandan sonra küfre dönmek ne kötü iştir!

"Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 286)

Bundan sonra Allah’ın verdiği güç ile yine Allah’tan yardım diliyerek konuya girelim:

Askerlik nedir ?

Evvela tağutun kendi yanındaki asker ve askerliğin anlamına bakalım:

Askerlik, Türk istiklal ve cumhuriyetini, Türk vatanını korumak ve kollamak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir.
Askerlik deyince akla Asker gelir. Asker; Askerlik mükellefiyeti altına giren erbaş ve erlerle, özel kanunlarla Türk Silahlı Kuvvetlerine intisab eden ve resmi bir kıyafet taşıyan şahsa denir.
Askerlik hizmetini 1111 sayılı Askerlik Kanunuˊna göre yapmak mecburiyetinde olan erkek Türk vatandaşına yükümlü denir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her erkek 1111 sayılı Askerlik Kanunuˊnun birinci Maddesi gereğince askerlik yapmaya mecburdur.

Allah’ın yanında asker-savaşcı ne anlama gelir?
İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa 76)

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. ( Maide 54)

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. ( Tevbe 20)

Evet bu ayetlerde Allah kendi askerinin tanımını yapmış ve sürekli Allah yolunda-fi sebililleh- vurgusu yaplmıştır. Hatta bu sahih hadislerle de perçinlenmiştir.

Sahebenin; ‘Kim Şehittir’ sorusuna Allah’ın Elçisinin; ‘’Allah’ın kelimesi yüce olsun diye çarpışıp ölen Şehittir’ cevabını vermesi de buna örnek verilebilir.

Demek oluyor ki; İki asker vardır Allah katında;


1-İman edenler;

"Mü'minler Allah yolunda savaşırlar..."(Nisa 76)
Müminler Allah yolunda, O'nun hayat metodunu gerçekleştirmek, şeriatını yerleştirmek ve Allah adına "insanlar arasında" adaleti uygulamak için savaşırlar, başka bir isim altında değil. Yüce Allah'ın tek başına ilah olduğunu bu yüzden tek başına hükmetmesi gerektiğini kabul ederek...
2- Kafirler;
"Kâfirlerse Tağut (şeytan) uğrunda savaşırlar."(Nisa 76)
Kafirlerse Tağut uğrunda Allah'ın metodunun dışında değişik hayat metodlarını gerçekleştirmek, -Allah'ın izin vermediği- değişik şeriatleri yerleştirmek ve yine -Allah'ın izin vermediği- değişik değerleri oturtmak ve Allah'ın mizanı dışında değişik ölçüler dikmek için savaşırlar… Hasılı İslam dışı herhangi bir nizamı hakim kılmak yahut farklı bir emele ulaşmak amaçıyla dövüşürler…
O halde Allah yolunda olmayan her savaş dalalettir ve batıldır. Bu kısmı kısadan geçiyorum inşallah. Zira herkes Allah’ın askerini gayet iyi biliyor zaten..



Bedelli Askerliğin Tespiti:

Tağutun yönetmeliğine bakalım, zira bu yasayı çıkaranlar onlar olduğu için biz onların yasasını önce anlayıp fehmedeceğiz ki İslamdaki hükmü verelim inşallah. Şöyle ki:
MADDE 1-21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanununun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “5.112 Euro” ibaresi “10.000 Avro”, üçüncü fıkrasında yer alan “7.668 Euro” ibaresi “10.000 Avro”, dördüncü fıkrasında yer alan “Euro” ibaresi “Avro” şeklinde ve beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan “ve 21 gün süreli temel askerlik eğitimine tâbi tutulmaları” ibaresi, ikinci fıkrasında yer alan “belirtilen yaş sınırı sonuna kadar temel askerlik eğitimini yapmayanlar,” ibaresi, üçüncü fıkrasında yer alan “veya yönetmelikte belirtilen süre içinde temel askerlik eğitimlerini” ibaresi ve aynı fıkrada yer alan “ve 21 gün süreli temel askerlik eğitimine tâbi tutulmaları” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
“Yükümlülerin ödedikleri dövizler, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılmaları hâlinde tâbi oldukları statüde askerlik hizmetini tamamladıktan sonra; ödemesini tamamlamadan Türk vatandaşlığından çıkmalarına izin verilen veya Türk vatandaşlığını kaybeden, askerliğe elverişsiz hale gelen ya da vefat edenlerin ödedikleri dövizler ise talepleri hâlinde kendilerine, vekillerine veya mirasçılarına iade tarihindeki kura göre Türk Lirası olarak yurtiçinde gösterecekleri banka hesabına iade edilir. Ödemesini tamamladıktan sonra, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılmalarını talep edenlere, askerliğe elverişsiz hale gelenlere, vefat edenlere, Türk vatandaşlığından çıkmalarına izin verilenler ile Türk vatandaşlığını kaybedenlere geri ödeme yapılmaz.”
MADDE 2-1111 sayılı Kanunun ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “celp, sevk, eğitim, izin, sağlık, özlük hakları, geçici ve kesin terhis işlemleri,” ile “hizmet hesabı,” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 3-1111 sayılı Kanunun geçici 43 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ve süresi içinde temel askerlik eğitimini yapmaları” ibaresi ile aynı maddenin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 4-1111 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 46- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte her ne sebeple olursa olsun henüz fiili askerlik hizmetine başlamamış, 30 yaşından gün almış ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu ile 1111 sayılı Askerlik Kanununa tabi yükümlüler, istekleri halinde, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde askerlik şubelerine başvurmaları ve 30.000 Türk Lirası parayı ödemeleri şartıyla temel askerlik eğitimine tabi tutulmaksızın askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılırlar. Başvuruda bulunanlar, öngörülen miktarı başvuru sırasında defaten ödeyebilecekleri gibi, yarısını başvuru sırasında diğer yarısını ise başvuru tarihinden itibaren 6 ay içinde de ödeyebilirler.


Evet şimdi yönetmeliği biraz yakından inceleyelim;
Daha önce de tağuta askerlik meselesinde bunun yakinen bizatihi küfür olduğuna iman etmiştik ve hatta bedelli askerliğin de küfür olduğunu ısrarla vurgulardık. Lakin daha önceki bedelli askerlikte zorunlu fiili eğitim dedikleri ‘’21 günlük kulluk görevi’’ vardı. Bundan dolayı yine verdiğimiz hüküm küfür oluyordu. Hatta derdik ki: eğer şu 21 gün zorunlu fiili hizmet olmasaydı küfür olmazdı. Hasılı bu yeni bir mesele değil ve kimse ‘’görmemiş gibi’’ yahut tıpkı ‘’Ecemê çav penêrê ter ketîye’’ gibi atlamış değil. Yani neseleye önyargılardan ari bir şekilde yaklaşalım ve tekrar takrar şeytandan her halükarda Allah’a sığınalım… Ve her ne olursa olsun kardeş olduğumuzu unutmayalım, buna göre de müsamaha ile karşıdakini dinleyelim ve kendimizi dinlettirelim..
Allah(s.w.t)’nın küfür olarak bahsettiği askerlik fiili askerliktir. Arapça lafzına da bakılırsa kıtal geçer. Zaten bedelli askerlik askerlik de değildir. Muaf tutulma yahut özgürlüğünü almak gibi bir şeydir. Zoraki tağuta kulluğun kapsamına sokulması hem zulüm hem de gayri ilmidir.insanlar rahat yaşamak için para verip keyif çatmanın peşindedirler şeklinde bir suçlama varsa da bu her şeyden önce ‘Zan’dır ve zan Allah katında bir şey ifade etmez zaten zannın çoğu yalandır. Hasılı bize düşen tağuta para verme küfür mü değil mi konusudur. Bunu tespit ettikten sonra dileyen istediği yolu tutar. İnşallah ileriki yazıda bundan bahsedeceğim. Şimdi tekrar yönetmeliğe dönelim.

Madde 1-….
aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan “ve 21 gün süreli temel askerlik eğitimine tâbi tutulmaları” ibaresi, ikinci fıkrasında yer alan “belirtilen yaş sınırı sonuna kadar temel askerlik eğitimini yapmayanlar,” ibaresi, üçüncü fıkrasında yer alan “veya yönetmelikte belirtilen süre içinde temel askerlik eğitimlerini” ibaresi ve aynı fıkrada yer alan “ve 21 gün süreli temel askerlik eğitimine tâbi tutulmaları” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
Evet askerlik ortadan kaldırılmış ve muaf tutulmak için de belli ücrete tabi tutulmuştur. Şimdi sırf askerliğe karşılık verilmiş olması askerlik anlamı taşımaz bu akıl dışıdır!
Bir örnek vereyim: vucudumuzun ‘’C’’ vitaminine ihtiyacı var. Bu vitamin hem mandalinada var hem balinada var. Bir insan ; ‘’ben vejeteryanım balina yiyemem, onun yerine ben mandalina yemeyi tercih ederim’’ deyip mandalina yerse biz kalkıp ‘’hayır! Sen vücudunun C vitaminini karşılamak için balina yerine mandalina yediğin için sen balina yemişsin’’ dersek ne kadar akli ve ilmi konuşmuş oluruz? İşte fiilen askere gidip o orduda çarpışmak, orda var olan tüm prosedürlere göre kulluk vazifesini yapıp yüzlerce defa şirke girmek ile tagutun bu kulluğundan kurtulmak için para vermeyi tercih edenleri aynı kefeye koymak da aynı şekilde ne akli ne de ilmidir! Sadece düşünüp idrak edelim. Ve eski hikayeleri bir tarafa bırakarak düşünelim… teşhis şudur: bu askerlik değildir. askerlik yerine tağutun kısa süreli çıkarmış olduğu kanuna uygun bir şekilde tağuta para/haraç vermektir. Evet olay budur.

“GEÇİCİ MADDE 46- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte her ne sebeple olursa olsun henüz fiili askerlik hizmetine başlamamış, 30 yaşından gün almış ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu ile 1111 sayılı Askerlik Kanununa tabi yükümlüler, istekleri halinde, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde askerlik şubelerine başvurmaları ve 30.000 Türk Lirası parayı ödemeleri şartıyla temel askerlik eğitimine tabi tutulmaksızın askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılırlar
Evet burada da ‘’askerlik yapmıştır’’ değil ‘’ temel askerlik eğitimine tabi tutulmaksızın askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılırlar’’ ibaresi kullanılmıştır. Ki zaten böyle olmasa yine kimse bu parayı vermeyecektir yani konu ‘’vicdani retçiler’’ açısından da düşünüldüğünde… o halde bu bir askerlik değildir! Tağuta verilen bir haraçtır.. Evet teşhisi doğru koyalım ki hükmü doğru verelim yoksa hesabı Allah katında çetin olacaktır. Bu Tağuta askerlik değildir aksine ‘’tağuta verilen haraçtır. Ve aksi olan bakış açısı değiştirilmeli ve gerçek olan ne ise sadece Allah için kabul edilmeli. Bundan sonra da ‘’tağuta verilen haraç’’ kısmına gireceğiz inşallah..

Tağuta mali destek vermek her zaman küfür müdür?

Evvela şu bilinmelidir ki, kafire mali yardım üç kısımdır;
1.      Durum:
 Fakir ve yardıma muhtaç yahut kalbi İslama ısındırılmak istenen bir kafire yardım:
Bunda bir problem yok zaten bilinen bir şey bu…
2.      Durum:
Zalim bir kafire ya da tağuta isteksizce zaruri bir sebebten dolayı mali destek vermek
:

Hemen hatırlatayım ki, zaruri bir sebebten dolayı diyorum yoksa ikrahtan bahsetmiyorum. Asıl karışık olan kısım ve zihinlerde berraklaşmayan kısımlardan biri de bu olsa gerek. Evet zaruret ile ikrah(ikrahtan kasıt büyük ikrahtır) farklı şeylerdir her ne kadar temelinde bir mecburiyet varsa da… İkrah anlıktır ve birileri üzerinizde zor kullanıyordur. Size zor kullananın söylediklerini yapmadığınız takdirde ya canınızdan ya da bir uzvunuzdan olacaksınız. Ama zarurette böyle bir durum yoktur sadece bir sıkıntıyı def etmek vardır. Bizim konumuz ise zarurettir.

Bunda da itikat ile çelişen bir durum yoktur. Lakin böyle bir durum küfür olsa idi ne sahabe bunu yapardı ne de Peygamber böyle bir şeye meylederdi ve ne de böyle bir işi yapanı cennetle müjdelerdi. Bunu örnekler ile izah edelim;

      Birinci örnek:
      İslam’ın menfaati için kafirlere vergi, para ve bunun gibi şeyler vererek maddi destekte bulunmak caizdir. Hendek Savaşında kafirler, müslümanları her taraftan kuşatınca Rasulullah (s.a.s) müslümanların zorluk ve sıkıntılarının son derece arttığını gördü. Müslümanların sıkıntılarını biraz olsun hafifletmek için yahudilerden Gatafan kabilesine haber gönderip Medine hurmasının üçte birini, savaştan çekilmeleri şartıyla vermeyi teklif etti. Onlar ise yarısını istediler. Rasulullah (s.a.s) üçte birde diretince Gatafan buna razı oldu. Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade gibi sahabelerin Rasulullah (s.a.s) ile istişare yapmaları sonucu Rasulullah (s.a.s) yahudilerle anlaşma yapmaktan vazgeçti. (Siyeri İbni Hişam)

Olay Zâdü’l-Me’ad’da aynen şöyle geçer:
(Hendek) Musahara uzayınca Rasulullah(s.a.v) Gatafan Kabilesinin reisleri olan Uyeyne bin Hısn ve Haris bin Afv ile anlaşma girişiminde bulunmak istedi. Savaştan vazgeçmeleri karşılığında onlara Medine’nin ürün gelirlerinin üçte birini vermeyi teklif edeceğini söyledi. Bu konuda istişarelerde bulundu. Bu durumu Sa’d bin Muaz ve Sa’d bin Übade’ye sorduğunda onlar ‘Ya Rasulallah! Eğer Cenab-ı Allah bunu emrediyorsa baş göz üstüne. Emrini dinler itaat ederiz. Yoksa bizim lehimize olarak düşündüğün bir taktik ise, bizim buna ihtiyacımız yoktur. Biz, onlar gibi Allah’a şirk koşup puta taptığımız dönemlerde bile onlar Medine’nin ürünlerine asla göz dikmemiş, onu ancak satın alarak yahut bir yere misafir olarak geldiklerinde yiyebilmiştir.. şimdi Cenab-ı Allah, İslam ile müşerref kılıp, hidayete ulaştırdıktan ve onunla izzete kavuşturduktan sonra mı mallarımızı onlarla paylaşacağız?! Allahg’a yemin olsun ki, onlara kılıçtan başka bir şey vermeyeceğiz’, dediler. Rasulullah, onların görüşlerini doğrulayarak şöyle buyurmuştur: ’’ Bu bir harp taktiğidir. Tüm Arapların size karşı birleşerek tek yumruk haline geldiğini gördüğüm için, bu vesileyle size bir nefes aldırmak istemiştim.’’(3 ciltlik baskının 2. Cilt sf:217)
Şimdi tüm beynimizdeki kopan fırtınaları ve girdiğimiz fikri girdapları bir tarafa bırakıp sadece bu yukarda verdiğim tarihi vakıa üzerine düşünelim ve bunu sonuça bağlayalım.
Gatafan Kabilesinin reisleri olan Uyeyne bin Hısn ve Haris bin Afv bildiğimiz en somut tağutlardandır. Hatta silahlarını kuşanmış Müslümanları musahara altına almış gözü dönmüş tağutlatdır. Amaçları Müslümanları kırıp geçmek ve Medine’den temizleyip çocuklarını köle, kadın ve kızlarını kendilerine cariye yapmaktır. Evet bundan daha somut ve daha zalim bir tağut ile karşılarmak mümkün değildir. Buna rağmen Peygamber bunlara mal teklifinde bulunuyor ve anlaşmaya çağırıyor. Ve hiçbir ikrah durumu olmadığı halde! Eğer küfür olsa haşa haşa summe haşa peygamber böyle bir şeye teşebbüs eder miydi? Asla! Hatta hayal dahi etmezdi. Ve zaten iki büyük sahabenin tepkisi ise tamamen izzetle ilgili bir tavır. Yoksa ‘’bu küfür bir fiildir ve biz Müslüman olarak taguta maddi destek veremeyiz’’ dememişlerdir. O halde maddi destek tek başına mücerret olarak küfür kapsamına alınamaz. Küfür denebilmesi için gönül rızası ve niyet şartı olmak zorundadır. Bu da ilerde gelecektir inşallah.
Şöyle düşünülebilir: bu savaş hali idi ve onlara saldırmalarını def etmek için bunu yapmışlardır ya da burada ikrah vardır bundan dolayı şeriat buna izin vermiştir.

Ben derim ki: eğer savaş halinde bu mubah oluyorsa demekki küfür değildir, çünkü küfür bir amel yahut fiil hiçbir durumda caiz değildir ikrah-ı mülci hali müstesna.

Yok eğer ikrah vardı denilirse o zaman ikrahın şartlarına kısadan hatırlayalım;
Hafız İbni Hacer, ikrahı mülcinin dört şartı olduğunu söylemiştir:

1- Zorlayan kişi söylediğini yapabilecek güçte olmalıdır. Zorlanan kişi ise, zorlayan kişinin vereceği zararın altından kalkabileceği güçte olmamalıdır. Yani, kaçabilecek veya gücüyle karşı koyabilecek durumda olmamalıdır.

2- Zorlanan kişi, zorlayan kişinin dediğini yapmadığında zorlayan kişinin, tehdidini büyük ihtimalle gerçekleştireceğini düşünmüş olmalıdır.

3-  Zorlayan kişi, kendisiyle korkuttuğu şeyi hemen tatbik edebilecek güç ve istekte olmalıdır. Yani; istediği yapılmadığı taktirde tehdidini hemen, ani olarak uygulayacak güç ve istekte olmalıdır.

4-Zorlanan kişi, kendisinden istenilenden daha fazla bir şey yapmamalı, zorlandığı meselede muhayyer olduğunu, o konuda istekli olduğunu gösterir bir hareket yapmamalıdır. (Fethül bari c: 12 s: 311)

Zorlamanın miktarı ise genel anlamda; şiddetli işkence, ölüm tehdidi, uzuvların kesilmesi vs vs.

Peki burda böyle bir durum var mı? Aksine bu bir savaştır ve savaşta ikrah durumu konuşulmaz lakin zaten ölmek yahut öldürmek için karşı karşıya gelmişlerdir. Hasılı burda ikrah yoktur ki zaten Allah Rasulu bunun  bir taktik olduğunu zikretmiş ikrahtan falan bahsetmemiş. Belki bu tağutlara bir kemik atarlarda savaştan çekilirler diye. Düşünün bir kere; ‘’gel puta tap! Biz musaharadan vazgeçelim’’ dense idi o vakit peygamber böyle bir şeye asla eğilmezdi, ki zaten savaşın adı ‘’Tewhid ve Şirk’’ savaşıdır nasıl mümkün olur ki şirk koşmamak için mücadelede şirk koşulsun?

İkinci örnek:
Tarık b. Şihab Radıyallahu Anhu Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Bir sinek yüzünden adamın biri cennete, diğeri de cehenneme girdi."
Sahabeler:
"Bu nasıl oldu ey Allah'ın Rasulü?" dediler.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İkisi beraber bir şehre uğradılar. Bu şehir halkının oradan her geçenin mutlaka kurban takdim etmesi gereken bir putu vardı. Birine;
"Bir kurban takdim et" dediler. O da;
"Takdim edecek hiçbir şeyim yok ki" dedi. Onlar da;
"Hiç değilse bir sinek takdim et" dediler. O da bir sinek takdim etti, yolunu serbest bıraktılar. Allah-u Teâlâ o kişiyi bu amelinden dolayı cehenneme soktu. Diğerine;
"Sen de takdim et" dediler. O;
"Allah'tan başka hiçbir varlığa sinek dahi takdim etmem" dedi. Bunun üzerine boynunu vurdular. O adam da bu amelinden dolayı cennete girdi." (İmam Ahmed’e geçer zaten bilinen meşhur sinek hadisesi)
Evet bu meseleyi değerlendirelim. Fiili yapılan şirk ile mal ile tağuta haraç bir mi diye irdeleyelim. Bu hadisede şirk olan puta isteyerek yahut istemeyerek(yani niyete bakılmaksızın) kurban kesilerek ibadet edilmesidir. Şirk olan bir fiili ikrahı mülci olmadan yapmak kesinlikle faili müşrik yapar bu örnekte olduğu gibi. Ama eğer bu şehirden geçmek için ya ‘puta kurban kesilecek’ yahut bunun yerine ‘’ belli miktarda buğday verilecek’’ dense ve bir Müslüman buğdayı tercih edip tağutlara haraç verse durumları bir olur mu? İşte bedellidedeki durum da bundan farksızdır. Tağut der ki: ‘ya gelip kulluk edeceksin yahut kulluk değilde bunun  yerine kanunla tespit edilmiş belli bir miktar ücret vereceksin’. Müslüman da burada şirke girmektense para vermeyi tercih ediyor.

Üçüncü örnek:
Şimdi de Suheyb bin Sinan’ın yaşadığı olayı aktaralım;
Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına Medine'ye hicret izni verdiğinde Suheyb, Rasûlüllah (s.a.v.) ve Ebû Bekir'le birlikte gitmeye karar verdi ama Kureyş onun hicret kararını anlayıp onu amacından alakoymuştu. Ellerinden kurtulmamasi ve ticaretten kazandığı altın ve gümüşleri yanında götürmemesi için ona gözcüler dikmişti.
Suheyb, Rasûlüliah'ia (s.a.v.) arkadaşının hicretinden sonra onlara kavuşmak için fırsat bekliyordu. Fakat istediği olmamıştı. Çünkü gözcülerin gözleri hiç kapanmıyor, devamlı uyanık duruyordu. Onun için hîle yapmaktan başka çare bulamamıştı.
Soğuk bir gecede Suheyb, sanki ihtiyacını gideriyormuş gibi birkaç defa helaya çıktı. Heladan çıkıyor arkasından tekrar gidiyordu.
Gözcüler birbirlerine :
«— İçiniz rahat olsun. Lât ve Uzza onu karnindakilerle uğraştırıyor» dediler. Daha sonra yataklarına çekilip gözlerini uykuya teslim ettiler.
Suheyb böylece aralarından  sıyrılıp Medine'nin yolunu tuttu. Suheyb yola çıktıktan biraz sonra, gözcüler işin farkına varıp urpertiyle uykularından fırladılar. Yarış atlarına binip dolu dizgin yola koyuldular ve ona yetiştiler.
Suheyb onların yaklaştığını anlayınca, yüksek bir yerde durdu. Sadağından okları çıkarıp yayına koydu ve şöyle dedi  :
«— Kureyşliler! Vallahi siz benim çok iyi ok attığımı ve isabet
ettirdiğimi bilirsiniz.
Ben yanımdaki okların herbiriyle birinizi öldürmedikçe bana ula­şamazsınız.
Daha sonra da sizinle elimde kalan tek şeyim kılıcımla dövüşürüm».
Birisi ona şöyle dedi :
«—Vallahi, seni hem canınla hem de malınla bizden üstün bir halde bırakamayız...
Sen Mekke'ye zayıf ve yoksul olarak geldin, zenginleştin ve şimdiki haline ulaştın». O da şöyle cevap verdi :
«Malımı size bırakırsam, beni serbest bırakmaya ne dersiniz?» Onlar :
«—Tamam» dediler.
Böyiece onlara Mekke'deki evinde parasını koyduğu yeri tarif etti. Onlar Mekke'ye gidip oradan parayı aldılar ve sonra onu serbest bıraktılar.
Bu olay Hakim’in Müstedrek’inde aynen şöyle geçer:
Suheyb Er-Rumi  Rasûlullah (sav)'ın yanına hicret etmek üzere yola koyulunca Kureyş'ten bir grup onu takip etti. Devesinden indi ve ok torbasında bulunan bütün ok­ları çıkardı. Yayını aldı ve şöyle dedi: Andolsun ki aranızda en iyi ok atanın ben olduğumu biliyorsunuz. Allah'a yemin ederim, bu torbamdaki bütün ok­ları tek tek atmadıkça yanıma ulaşamayacaksınız. Sonra da elimde kaldığı sü­rece kılıcımla çarpışıp duracağım. Ondan sonra da istediğinizi yapınız. Ona şöyle dediler: Sen bizim yanımıza bir sefil olarak gelmişken senin zengin ola­rak bizi bırakıp gitmene fırsat vermeyeceğiz. Bunun yerine Mekke'de malı­nın bulunduğu yeri bize söyle, biz de senin arkandan gelmeyeceğiz dediler ve bu hususta ona söz verdiler. O da isteklerini yaptı. Rasûlullah(sav)'ın hu­zuruna gelince yüce Allah'ın: "İnsanlardan öyle kimseler vardır ki Al­lah'ın rızasını arayarak kendi nefsini satar" (bakara 207) âyet-i kerimesi nazil oldu. Ra­sûlullah (sav) ona: "Yahya'nın babası, yaptığın alışveriş oldukça kârlıdır" de­di.
Hakim, el-Müstedrek.III,398.
Şimdi eğer Tağuta haraç yahut siz deyin ‘’maddi destek’’ her durumda küfür olsa idi Suheyb bin Sinan gibi büyük bir sahabe bu işe yeltenir miydi? Ona özel ayet iner miydi? Allah’ın Elçisi onu müjdeler miydi? Evet gayet açık Mekke müşrik devletinin polisleri önünü kesiyorlar ve onun parasını alıyorlar hatta o kendisi paranın yerini tarif edip veriyor ikrah olmadığı halde. Paranın gittiği kurum ise direk Tağut! Evet tağut. Lakin tagut’un tanımına bakılırsa hem bir fert hem de kurum yahut bir put bu guruba girebilir. Hasılı o para ya Mekke şehir devletinin bütçesine girdi yahut da o tagutlar parayı kendilerine aldılar. Nihayetinde para direk tağuta gidiyor… Hatta put meclisi ‘’Darun Nedveye gidiyor’’ diyebiliriz. Çünkü hicret etmek isteyenlere engel olma kararı Mekke parlementosunun kararı idi..

Denebilir ki: ‘’Suheyb er-Rumi kendi eliyle götürüp vermedi adamlar onu zor durumda bırakıp parasını cebren aldılar.’’
Ben de derim ki: Evvela Allah’a sığınalım ve ardından tutarlı olalım ki Allah bize rahmet etsin. Yukardaki diğer örnekte Gatafan kabilesinden oluşan tağut ordusuna para vermeyi bizzat peygamber teklif etti. O halde ister kendi eli ile ister onlar gelip alsın fark etmez burada niyet ve kasıt vardır. Ayrıca zaten siz küfür hükmü veriyorsunuz. Küfür hükmü verdiğiniz bir şeyde ha kendi eli ile verdin ha onlar gelip aldı. İkrahı mülci olmadıktan sonra ne fark eder. Çelişki var burada hem de kocaman bir çelişki. Lakin siz hükmü kendi eli ile verip vermemeye mi yoksa maddi destek verip vermemeye mi küfür hükmü veriyorsunuz??? Sakın ha tağuta muhakemeye kıyas edip kendi ayağı ile gitmeye küfür demeyin zira ikisi su ile un gibi farklı olaylar. Kişi kendi ayağı ile tağuta ifade verbilir burada ne şirk ne küfür var. Küfür olan tağuttan hüküm talep etmektir. Bu talep ister kendi ayağı ile gidip istemek olsun ister onların seni alıp ifadeye götürmeleri şeklinde olsun .. fark etmez yine küfürdür. Yani kişinin kendisinin gidip gitmemesi değil, orda yaptığı eylem onu kafir yapar. Yani hüküm istemek-muhakeme olmaktır küfür olan… sakın ha karıştırmayın ve kıyas yapmayın.. buna fıkıhta ‘’kıyası meal farık’’ denir. Fasit geçersiz kıyas. Elma ile armutun kıyası gibi…

Dördüncü örnek: Yemame’nin lideri olan Sümame b. Esal durumu

Müslüman olan Sümame Allah Rasulü’nün izni ile niyetlenmiş olduğu umresini yapmak üzere Mekke'ye gitti "Telbiye" getirerek şehre girince Kureyş müşrikleri Müslüman olduğunu anladılar Yakalayıp boynunu vurmak istediler O sırada içlerinden birisi "Bırakınız onu! Siz yiyecek maddesi bakımından Yemame'ye her zaman muhtaçsınız!" deyince onu serbest bıraktılar
Buna rağmen Sümame onlara meydan okudu
"Vallahi" dedi "Resûlullah Muhammed müsaade etmezse size Yemame'den bir buğday tanesi bile gelmeyecektir!"
Gerçekten de umresini yapıp Yemame'ye dönen Sümame Yemame halkını Kureyşlilere herhangi bir şey yükleyip göndermekten menetti

( Ibni Hişam Sîre c 4 s 287288; Müslim Sahih c 3 s 1386 404 Ibni Hişam Age c 4 s 288; ibni Sa'd)

Bunun üzerine Mekke müşriklerine buğday ihracatı durduruldu ve müşrikler zor durumda kaldılar. Öyle ki artık kendi düşmanları olan Rasulullah’a mektup yazıp var olan sıkıntının giderilmesi için yardım istediler. Ebu Süfyan da Mekke’nin baştağutu Rasulullah’a şu mektubu yazdı:

"Sen hem akraba haklarını gözetmeyi emretmektesin hem de bizimle akrabalık bağlarını koparıp babalan kılıçtan geçirmekte çocukları da açlıktan öldürmektesin! Sümame bizim yiyeceklerimizi kesti Son derece daraldık Ne olur Sümame'ye bu hususta bir mektup gönderiver!"( İbni Abdi'lBerr’de geçer)
Bunun üzerine Allah Rasulü Sümame’ye bir mektüp yazdı ve buğdayın tekrar verilmesini emretti. (İbn Hişam, İbni Abdilberr)

Bu olay değişik şekillerde muhtelir İslam kaynaklarında(İbn hişam, Fethul bari vs vs) geçer. Hatta okuduğumuz Zadul Mead’da da geçer.

Peki… Şimdi bunu anlamaya gayret edelim. Mekke Müşrik Şehir Devleti değil miydi Sümeyye anamızı onurunu inciterek şehid eden? Onlar değil miydi peygamberi aşağılayıp işkembeyi secdede iken kafasına döken? Onlar değil miydi Ebazer’i kıpkırmızı bir puta çevirenler? Ve yine onlar değil miydi köle olan Bilali Hebeşi’yi boynuna ip takarak sokak sokak dolaştırıp işkence edenler? Daha samaya gerek var mı acaba bu tağutların cürümlerini? Ama bakıyoruz Allah’ın Elçisi üstün durumda iken merhamet gösterip azgın dahi olsa onlara boykotu kaldırıyor ve müşriklerin güçlenmesine dolaylı yoldan vesile oluyor.. Acaba müşriklere yapılan yardımların her türlüsü küfür olsa idi bu yapılır mıydı? Demek ki yardım yahut müşriğe mal vermek belli şartlar altında ançak küfür oluyormuş. Aslında müşriklere mal ile katkı yapmak ancak onlara karşı kalbi vela gösterildiği ve içten içe huzur duyulup onlara karşı bir öfke bulunmadı zaman küfür olur. Yoksa onların zor durumda olduğunu gördüğün zaman el atıp yardım etmen yahut onların seni küfre çağırmalarını para ile defetme durumun olduğu zaman bir sorun teşkil etmez. İlerde inşallah tekrar ele alınacaktır bu küfür olan yardım çeşidi…

Bu arada satır arasına Sümame’nin müseylemetül Kezzab’ın ordusu tarafından şehid edildiğini de yazayım unutmadan
J Allah ona rahmet etsin o ne güzel müslümandı Allah onun kalbine kendi nurunu nakşetmiş ve kendinden bir ruh ile desteklemişti.

Beşinci örnek:
Kıtlık döneminde kafirlere mal yardımı

Yine Kıtlıktan dolayı Allah Rasulü, Ebu Süfyan ve Abdullan b. Ebu Ümeyyeye 500 dinar göndermiştir. Ebu Süfyan Muhammed bununla gençlerimizi kandırmak istiyor demiştir. (Muhammet b. Şeybani Siyeri Kebir) (Not bunu örneği nette buldum asıl kaynağa ulaşamadım)


Sonuç; Şimdi Allah’ın izni ile verdiğimiz örneklerle anlaşıldı ki ‘’Kafir’e yardım’’ velev ki tağut dahi olsa her zaman küfür olmaz. Küfür olması için başka şartların da tahakkuk etmesi gerekir.

Fıkhi bir yaklaşım, usulun takibi…

‘’Hüküm şartlar üzerine bina edilir.’’

Şart; kendisinin yokluğunda meşrutun da olmadığı ve kendisinin varlığında meşrutun var olma zorunluluğunun olmadığı şeydir.(şart’ın tanımına herhangi bir ‘’Fıkıh usulu’’ kitabında bakabilirsiniz. Alimler birbirine yakın ifadelerle değişik şekillerde aynı şeyi ifade etmişlerdir. Hasan Karakaya’nın Usulune bakabilirsiniz)

Tıpkı namaz kılmak için abdeştin gerekli şart olması gibi. Ancak abdest alan kişi namaz kılmış sayılmaz ta ki kılana kadar. Aynı şekilde ‘’Tağuta mali yardım küfrü’’ durumu ortaya çıkması için ‘’tağuta ekonomik destek’’ şarttır. Ancak mali destek veren kişi kafir olmuş olmaz taki başka şartlar da tahakkuk edene kadar. Hatta şartlar oluştuktan sonra dahi vakıanın incelenıp tespiti yapılmalı ve engellerin olup ulmadığı incelenmeli. Ancak bu son kısım bizim mevzumuz değil zira şu işte Allahın izni ile küfri bir durum yoktur.


3.      Durum:  Zalim bir tağuta gönül rızası ile yardım etmek, ona Müslümanlara karşı yardımda bulunmak:

Bu ise apaçık küfürdür. Bunun delilleri çoktur ancak  sadece mali yönden kısmını ele alıp kısa açıklama yapmamız yeterlidir. Bu kısmın daha detaylı incelemesi yapılabilir ancak burada buna ihtiyaç olabileceğini düşünmüyorum.

Delil: Enfal 36

Kâfirler insanları Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Onlar mallarını bu uğurda harcayacaklar, sonra da bu harcama onlar için yürek acısı olacak, arkasından da yenilgiye uğrayacaklardır. Kâfirler cehennemde biraraya getirileceklerdir.(Enfal 36)

Şehid Seyyid Qutub’dan açıklama:

Muhammed b. İshak, Zehri ve başkalarından şöyle rivayet eder: Kureyş Bedir günü ağır bir bozguna uğrayıp, yenik orduları Mekke'ye dönmüştü. O sırada Ebu Süfyan da kervanıyla birlikte Mekke'ye gelmişti. Abdullah b. Rebia, İkrime b. Ebü Cehil, Safvan b. Ümeyye, Bedir'de babalarını, oğullarını ve kardeşlerini kaybeden Kureyş'ten bazı kimselerle birlikte Ébu Süfyan b. Harb'in yanına gidip ona ve Kureyş'e ait bu ticaret kervanında malları bulunan kimselere şöyle dediler: "Ey Kureyşliler, Muhammed sizi korkutmuş ve sizin en seçkinlerinizi öldürmüştür. Ona karşı savaşmamız için bu malları bize verin. Böylece bizden öldürülmüş olanların intikamını âlmış oluruz." Onlar da bunu yaptılar. İbn-i İshak diyor ki, -İbn-i Abbas'ın da dediği gibi- yüce Allah onlar hakkında bu ayeti indirdi:
"Kâfirler insanları Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Onlar mallarını bu uğurda harcayacaklar, sonra da bu harcama onlar için yürek acısı olacak, arkasından da yenilgiye uğrayacaklardır. Kâfirler cehennemde biraraya getirileceklerdir."
Bedir savaşından önce ve sonra gerçekleşen bu olay, bu dinin düşmanlarının başvurdukları geleneksel yöntemlerden sadece bir örnektir. Onlar insanları Allah'ın yolundan alıkoymak, bu dinin yoluna engeller koymak, her zaman ve her yerde bir müslüman kitleye karşı savaşmak için mallarını harcarlar, ellerinden gelen tüm çabayı sarfederler ve çeşitli komplolar kurarlar.
Kuşkusuz bu savaş kesintiye uğramadan devam edecektir. Bu dinin düşmanları onu rahat bırakmayacaklardır. Bu dinin taraftarlarının kendilerini güvencede hissetmelerine müsaade etmeyeceklerdir. Ayrıca bu dinin metodu, cahiliyeye saldırmak üzere harekete geçmektir. Bu dinin taraftarlarının yolu, haksızlığa ve düşmanlığa dayalı cahiliyenin gücünü kırmak, yerle bir etmek ve bir daha tağutların saldırmaya cesaret edemeyecekleri şekilde Allah'ın sancağını yükseltmek için harekete geçmektir.
Yüce Allah, insanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoymak için mal varlıklarını ortaya koyanlara, bu mallarının yürek acısına dönüşeceği 'uyarısında bulunuyor. Onlar sonunda bu mallarını büsbütün kaybetmek için harcıyorlar. Ahirette ise cehennemde biraraya geleceklerdir. Böylece büyük yürek acısı gerçekleşmiş olacaktır.(Fizilal’den)

Evet tefsiri ile beraber ele alındığında daha iyi anlaşılacaktır inşallah. Hem zaten ayetin direk zahirine bakıldığında da anlaşılan o ki mal harcamak ancak ‘’Allah yolundan alıkoymak’’ durumunda küfür olur. Aslında burada vela vardır.. . Gönül rızası… yani müşrik ve kafirlere bir sempati bir sevgi beslemek ve bu sevginin bir tecellisi olarak da gönül hoşnutluğu için mali yardım yapmaktır. Yani bir Allah düşmanlığı söz konusudur… O halde ey benim İslam kardeşim! Neden halen içini derinden kemiren bir sıkıntı var? Yoksa sen onları apaçık tağut dostluğu içinde mi gördün? Hayır hayır… Kella!





Nisa 97 nin mahiyeti ve Suheyb bin Sinanın durumu:

Melekler, kendilerini zulme mahkum edenlerin canlarını alırken onlara "Dünyadaki durumunuz neydi?" diye sorarlar. Onlar da "Ezilmiş zavallılardık " derler. Melekler onlara "Peki Allah'ın toprağı göç etmenize yetecek kadar geniş değilmiydi ki? derler. Bunların barınakları Cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir varış yeridir.  /Nisa 97.

Bu ayette bhsedilen insanlar malumunuzdur. Allah hicret emrini verdikten sonra Müslümanlar akın akın hicret ettiler… kimisi eşinden kimisi malından oldu… hasılı vatanlarından oldular… özgürlük için… Allah’a daha iyi ibadet etmek ve şirk’e herhalükarda hayır diyebilmek için… bu fırsatı bulup da hicret etmeyenler ile Medine’de Elçi ile beraber olan Müslümanların arasında artık velayet bağı da kopmuş ancak dinde kardeşlik devam ediyordu… hasılı hicret etmeyenler ilerde başlarına gelecek müsibetlere aslında zımnen kabul etmiş oluyorlardı ve artık kendileri mes’ul olacaklardı hatta ikrah durumunda dahi!... işte nihayet Bedir Savaşı gelip çattı. Müşrikler Müslümanlardan olanları da zorla savaşa çıkardılar. Onlar da istemeyerek çıktılar ve savaş esnasında Müslümanlara karşı kılıç kullanmadılarsa da Müslümanların kılıçları ve okları onlara isabet etti. Ashab onlar hakkında ihtilaf etmiş ve Allah ayetini indirdi. Onlardan ölenler ise artık ateş ehli idiler …

Şimdi burada ateş ehli olmalarının asıl sebebi Allah onlara hicret fırsatı verdiği halde bu fırsatı kullanmayıp yerlerinde durmaları ve gelecek zulümlere kapı açtıkları için idi. Kıyas edersek bu gün bedelli askerlik sadece mal ile sınırlandırılıp şartsız olarak alındığı için bir müslümanın ‘’eğer bu bedelli fırsatını kullanmazsam ilerde bana şirk dayatması yaparlarsa mes’ul olurum’’ endişesini duyması pek olağandır. Bu açıdanda bakılınca bu bedelli bir daha bu açıdan da düşünülmeli…


Bedelli  askerlik-vergi çelişkisi ve vergi yasası

Vergi nedir?
Devletin veya devletten aldığı yetkiye dayanan kamu tüzel kişilerinin, geniş anlamdaki faaliyetlerinin gerektirdiği harcamaları karşılamak ve amme hizmetlerinin gereklerini yerine getirmek gayesiyle, ekonomik birimlerden (bunlar gerçek veya tüzel kişiler olabilir) kanunda öngörülen esaslara uymak kaydıyla ve ‘hukuki zorlama’ altında özel bir karşılık vaadi olmaksızın geri vermemek üzere aldıkları para tutarları. Günümüzün şartlarına uygun olmak maksadıyla yapılan bu tarifin tarih boyunca vergi kavramının geçirdiği çeşitli değişmeleri kavramadığı açıktır
Türk vergi mevzuatında ve özellikle Vergi Usul Kanunu’nda, verginin tarifi yapılmamıştır. Ancak 1982 Anayasası’nın 73. maddesinde Vergi Ödevi başlığı altında şöyle bir ifade mevcuttur: "Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." Anayasanın bu tarifine göre: 1. Verginin gayesi kamu giderlerini(Savunma, güvenlik,eğitim, sağlık) karşılamaktır.
 Toplam harcamalar:
1-     Genel kamu hizmetleri
2-     Savunma hizmetleri(asker,polis,istihparat vs vs)
3-     Kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri
4-     Ekonomik işler ve hizmetler
5-     Çevre koruma hizmetleri
6-     İskan ve toplum refahı hizmetleri
7-     Sağlık hizmetleri
8-     Dinlenme, kültür ve din hizmetleri
9-     Eğitim hizmetleri
10- Sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetleri’dir.

Evet vergi da tağutun ayakta kalmasını sağlayan bir saçayağıdır. Tağuta gönül rızası ile mal vermek her halukarda küfürdür. Ancak niyet-kast-rıza-vela şartları tahakkuk etmek suretiyle küfür hükmü sabit olur yoksa mücerret mal-para vermek küfür değildir. yukarda geniş bir şekilde ele aldık. Tekrar hatırlatmakta fayda vardır ki; fiilen yapılan tağut destekçiliği yahut puta tapma şirkinde kasıt-niyet-vela şartı aranmaz. İhrahın sabit olmadığı bize zahir olduğu an tekfiri gösteririz. Fakat mal-paranın durumu böyle değildir. bu iyiden iyiye yukarda verilen örneklerle birlikte düşünülüp oturtulması lazım Allah’ın yardım ve inayetile…

Şunu da kısaca belirteyim ki: bedelli askerliğe küfür diyen kişi (her ne kadar delil ve sabit nassı yoksa da) vergiye de küfür demek zorundadır. Çünkü vergi de azgın tağuta direk gidiyor. Dolaylı değil!!!! Yok vergi ile aynı değil diyen kişilere de ancak ‘’el-insaf’’ derim sanki başımızı kuma gömmüş gibiyiz derim kendilerine itafen.

Sonuç:

Bedelli askerliğin gerçek mahiyeti:

Bedelli askerlik yapmak ‘’tağuta kulluk’’ demek değildir. ancak ne zaman ki kişi bedeni ile gidip tağuta velayet gösterip onların şirk yeminlerini eder ve canı pahasına savunursa şirke girer. Bedelli askerlik günümüze uyarlanmış bir dille ‘’Tağutun insanları köleliğe mahkum etmesi sonucu kişinin para ile kendi özgürlüğünü geri almasıdır’’ mukatele’nin bir versiyonu gibi..

Tağuta verilen maddi meblağ fazladır ve yüklü bir paradır. Ve o paranın verilmesi gerçekten nahoş bir durumdur. Ancak Şirkten-fitneden çekip kurtardığı için daha ehven olmuş oluyor. Ehven derken haram olan bir durum değil ha mürciyelerin müdafasını hatırınıza getirmesin.Yani sonuç itibari ile iyidir. Tıpkı cihada çıkan mücahidlerin kafirler tarafından kanının dökülmesi kötüdür ancak cihad için zaruri ve Allah’ın şehidler edinmesi açısından güzeldir.


Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Rabb'in kullara zulmedici değildir.(Fussilet 46)

Son söz olarak derim ki:

Gönülden şu duayı okuyalım ve Allah için kardeşler olarak sabahlayalım:



"...Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır." Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma, bizi affet, günahlarımızı bağışla, bize merhamet eyle, sen mevlamızsın bizim. Kâfirlere karşı yardım et bize.(Bakara 286) Allahumme amin…



“Allah’ım! Bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğim şeyler hususunda da senden bağışlanma dilerim’’[1] Tirmizi, Daveat, 4.

“Allah’ım! Senden başka hiçbir ilah olmadığına şahadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanında şer ve şirkinden sana sığınırım.’’ (Tirmizi, 3392.)

 “Allah’ım! Küfürden, fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım.’ ( Ebu Davut, edep 324.)


Eksiklikler ve hatalar  benim-bizim nefislerimizden, başarı ve doğruluk ise Allah’tandır.. Elhamdul,llahirabbil alemin…



Devamını oku...

30 Nisan 2012 Pazartesi

Tağutlar'ın hile ve aldatmalarına karşı islam davetçileri uyanık ve sabırlıdır..


Davetçiler'in sabırları ve davetleri tağutlar'ın bu son hileleriyle biraz daha zorlanmaktadır, daha önce anlatılan şeytani hileler gayet rahat el ile tutulur bir durumda idi, söz gelimi: Davetçiler derlerdi ki mevcut sistem Allah düşmanıdır, bunu insanlara rahat bir şekilde gösterebiliyorlardı, kahrolsun şeriat söylemleri şeklindeki sloganlar ile...

Bu gün ise bunu yapmak zorlaştı, çünkü tağutlar, şeytanın uyguladığı metodu tam anlamıyla uygulamaya koydular, misal okullara anlaşılmayan, kuran dersini koydular, ve dediler ki; artık kuran duvarlarda durmayacak, okunacak zira kuran okunmak için indirilmiş vs. işte bu sözler iyi niyetli cahil kesime gerçekten ilahi söz gibi gelir, asıl gaye ise tabi bunun arkasında gizlidir... lakin anlaşılması için islam'ın pratikte bilinmesi lazım,  bunu öyle bir yöntem ile uyguluyorlar ki kişiler mutlak bir güvene düşüyorlar...

Bakın kuran okullarda olacak peki, Allah'ın şu sözü gerçekten anlatılacak mı? Allah'ın ayetlerinin alaya alındığı bir yerde durma!! eğer ki durursan sende onlar gibi olursun!
bunu açıklamak mümkün mü? açıklarsa mevcut sistemin değişmesi lazım, çünkü okula giderken ki kıyafet değişip islamın emri olan kıyafetler gelmeli, kız erkek aynı sınıfta olmamalı, atatürkü övmek yerine kafirliği anlatılmalı, yeminler kaldırılmalı, öğretmenlerin pozizyonları tamamen değişmeli vs vs ... bunlr ve dahası mümkün mü?!

işte böyle...

Bu saydığımız kaç misal dışında saymadığımız, kuranın emrettiği yaşam şekli saklanarak, tahrif ederek okutulacaktır, zaten kuran bu sistemi dipten temizleyin emri üzerine, kesin  hüküm vermiştir!
Hasılı...

Burada ve diğer şeytani yöntemler ile oynanan oyunların doğru tespit edilmesi gerekmektedir, zira bunu davetçi bir sorumluluk bilmeli ve aktarmalıdır, işte burada davetçinin sabırlı ve doğru tespitlerde olması gerekir,

Bu oyuna gelmiş cahil ve kalbinde hastalı olan kimseler ile uğraşmak, daha önce yani küfrün çıplak haini gören insanlar ile uğraşmaktan kat ve kat zor olacak...zaten bunlara sabredemeyen çoğu kişi akideden taviz vermiştir, sanki haşa Allah'a yardım ediyormuşcasına...

Buradan sonra yani davetçinin tavrını Ustad Şehid Seyyid Qutuba bırakıyorum:


Zamanla bozulan insanlarla uğraşmak, dava adamının karşılaşabileceği en büyük zorluktur. Hele hele eğer zamanla bozulup kişiliğini kaybeden, ruhundan uzaklaşıp basit bir heykel haline gelen bu insanlar daha önce akideyle tanışmışlarsa, bu zorluk daha da artacaktır. Yani davet edilen bu insanlar, tağutî zorbalığın gölgesinde yaşanan aşağılık hayatı benimseyip alışkanlık haline getirmişlerse...

İşte dava adamı, bu tür durumlarda kat kat çaba harcamak zorundadır. Fazlasıyla sabırlı olmak zorundadır. Sapmaları, eğrilikleri, ilgisizliği, karakter bozukluğunu sabırla karşılamakla yükümlüdür. İnsanların değişik dönemlerdeki aksiliklerine, hiç beklenilmeyen tepkilerine ve cahiliyeye karşı hemen tavır takınmama konusunda sabretmek zorundadır.

İnsanların düşüncesi sık sık değişebilir. Sık sık unutmak, insanoğlunun bir diğer özelliğidir, öyleyse gönüllerin sık sık uyarılması gerekir. Çünkü uyarılan gönüller, parlaklık kazanır ve nurdan ışınlar yayar. Uzun süre uyarılıp nasihatla beslenmeyen gönüller, katılaşma ve donukluğa mahkumdur. Işık ve aydınlığını kaybeden bir gönül, kararmakla karşı karşıyadır.

"İman eden kimselerin, gönüllerinin Allah'ın zikri ve inen hak (Kur'anla) huşu duyması ve böylece kendilerine daha önce kitap verilip de aradan zaman geçtikten sonra gönülleri katılaşan kimseler gibi olmamaları vakti gelmedi mi? Ki onların pek çoğu fasıklardır." (el-Hadld: 16)

Öyleyse bu tür gönülleri öğüt vererek yoklamak ve sürekli bir uyarı altında tutmak gerekir. Maksat öğütlenip huşu duymasını sağlamaktır. Duyarlılık ve inceliğini korumaktır. Katılık ve donmuşluğa meydan vermemektir.

Her şeye rağmen sönük, donuk, katı ve kararmış gönüllerden umut kesmemek lazımdır. Çünkü bir daha canlanabilir. Bir daha aydınlanıp Allah'ın zikriyle huşu duyabilir. Yüce Allah'ın dirilttiği ölü bir toprak yeniden hayat emarelerini gösterip çiçek ve bitkiler çıkardığı, ürün ve meyveler verdiği gibi kalblerin de bir daha canlanması mümkündür. Tabi ki Allah dilerse...

"Bilin ki Allah, ölmüş toprağı tekrar diriltir." (el-Hadid: 17)/Davet Yolu/


ve :
"Rabbin için sabret."
Müddessir'7'
Sabır, bu dava ile ilgili her yükümlülük sırasında, ya da her direnme gerektiren zorluk karşısında tekrarlanan bir direktiftir. Sabır bu çetin savaşın, insanları Allah'a çağırma savaşının en vazgeçilmez azığı ve cephanesidir. Bu savaş aynı anda iki ayrı cephede verilecektir. Cephelerden birinde nefsin ihtiraslarına ve gönüllerin arzularına karşı savaş verilirken öbür cephede ihtiraslarının şeytanları tarafından güdülen, kişisel arzularının dürtüleri tarafından itilen davanın düşmanları ile savaşılacaktır. Bu savaş sürekli, kesintisiz ve çetin bir savaştır. Tek azığı, tek cephanesi. Yalnız Allah'ın rızasını amaçlayan, O'nun vereceği ödülden başka hiçbir şeyde gözü olmayan sabırdır.

Hamd Başındada sonundada Allah'adır...
Devamını oku...

Münafıkların Sıfatları


Allah Teala'nın münafıklar için saymış olduğu sıfatları iyice düşünmek gerekir. Şöyle ki;

Onların kalplerinde şek ve şüphe hastalığı vardır.

Onlar yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.

Onlar Allah'ın dini ve kullarıyla alay eder, onları hafife alırlar.

Onlar yeryüzünde azgınlık eder ve hidayeti satıp karşılığında delaleti alırlar.

Onlar sağır, dilsiz ve kördürler.

Onlar şaşkınlık içinde olup, Allah'a ibadet etmekte tembel olurlar.

Onlar zina yapmaya düşkündürler.

Onlar Allah'ı çok az anarlar.

Onlar mü’minlerle kafirler arasında gidip gelirler, ne bunlardan taraf, ne de onlardan taraf görünürler.

Onlar yalan yere ve batıl olarak Allah'ın ismiyle çokça yemin ederler.

Onlar yalancıdırlar.

Onlar aşın derecede korkaktırlar.

Onlar dini bilmez ve dinden anlamazlar.

Onlar çok cimridirler.

Onlar Rabb Teala'ya ve ahiret gününe inanmazlar.

Onlar devamlı mü’minlere zarar vermeye çalışır ve mü’minlere, gevşemeleri, çözülmeleri ve aralarına çeşitli fitnelerin girmesi için nasihat etmeye yeltenirler.

Onlar hiçbir zaman Allah'ın dininin galip gelmesini istemezler.

Onlar hakkı yoketmek ve ortadan kaldırmak için durmadan çalışırlar.

Onlar, mü’minlere bir hayrın isabet etmesi ve mü’minlerin zafer kazanmasına son derece üzülürler.

Onlar, mü’minlerin başına gelen mihnet ve belalardan dolayı sevinirler.

Onlar, mü’minlerin başına musibet, felaket ve yenilgilerin gelmesini gözetlerler.

Onlar Allah'ın rızası için O'nun yolunda infak etmeyi sevmezler.

Onlar, mü’minlerde olmayan bazı vasıflarla onlara iftira eder ve böylece onları kötülemeye, lekelemeye çalışırlar.

Onlar Allah yolunda tasadduk edenleri ayıplarlar; az verenleri az verdikleri için ayıplar, çok verenleri de riyakar olmak ve insanların övgüsüne mahzar olmayı istemekle ayıplarlar.

Onlar dünyanın kulları/köleleridir; eğer kendilerine dünyalık verilse razı olurlar, verilmediği takdirde de kızarlar.

Onlar Allah'ın Rasulu'ne eziyet eder, Allah'ın onu beri kıldığı şeyleri ona nispet eder ve onun için yücelik, fazilet ve kemal sayılacak şeylerle onu ayıplarlar.

Onların tek maksatları yaratılmışları razı etmek olup, alemlerin Rabb'ini razı etmeye hiç çalışmazlar.

Onlar mü’minlerle dalga geçerler.

Onlar, Rasulullah'tan geri kalıp cihada gitmemekle sevinirler.

Onlar Allah'ın yolunda cihad etmekten ve edilmesinden hoşlanmazlar.

Onlar çeşitli hilelerle Allah'ın farz kıldığı şeyleri iptal etmeye ve onlardan kurtulmaya çalışırlar.

Onlar Allah ve Rasulu'ne itaat etmemeyi arzularlar ve bunu isterler.

Onların kalpleri mühürlenmiş olup, Hakk'ı düşünemezler.

Onlar, yapmaya güç yetirdikleri halde Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyleri terk ederler.

Onlar, insanlar arasında Allah adına en çok yemin edenler olup, bunu, Müslümanların kendilerine karşı gelmesinden korunmak için kalkan edinirler. İşte bir münafığın en temel ve olmazsa olmaz vasfı budur.

Onlar, Ademoğulları arasında en pis ve en rezil varlıklardır.

Onlar fasıktırlar. Allah ve Rasulü’nün emirlerine bağlı kalmazlar.

Onlar mü’minler için zararlı mahluklar olup, devamlı onları bölüp parçalamaya çalışırlar.

Onlar, mü’minlere, Allah'a ve Rasulu'ne savaş açan herkesi barındırır ve onlara yardımcı olurlar.

Onlar mü’minlere zahiren benzemeye çalışır ve amellerinde onlara taklit ederler ki, böylece onlara zarar vermeye ve onların birliklerini bozmaya yol bulsunlar. İşte münafıkların hiç değişmeyen bir sıfatı…

Onlar, Allah'ı ve Rasulü’nü inkar etmekle kendilerini fitneye düşürmüşlerdir.

Onlar, kötü akıbet ve felaketlerin Müslümanların başına gelmesini gözetlerler. İşte münafıkların hiçbir zaman değişmeyen bir özelliği…

Onlar din hakkında şüpheye düşmüş, onu tasdik etmemişlerdir.

Onları batıl istekler ve şeytan aldatmıştır.

Onlar, bedeni yönden insanların en güzelleri olup, görünüşleri bakanların, konuşmaları da dinleyenlerin nazar'ı dikkatlerini celbeder. Ancak beden ve sözlerinin dışında duvara dayandırılmış bir odundan başka bir şey göremezsin, İman yok… anlayış/fıkıh yok… ilim yok… sadakat/samimiyet yok… Sadece nazar-ı dikkati celbeden bir elbise giydirilmiş bir odun. Bunun dışında hiçbir şey değiller… Onlar, kendilerine tevbe ve istiğfar etmeleri teklif edildiğinde kabul etmez ve buna ihtiyaçlarının olmadığını iddia ederler. Ya kendilerinde bulunan zındıklık ve cehl-i mürekkeb onları bundan ve tüm taatlerden ihtiyaçsız bırakmakta -ki birçok zındığın durumu böyledir- veya kendilerini bunlara davet edenleri küçümseyip basite almakta ve bundan dolayı onların davetlerini kabul etmemektedirler. Onlar Allah'ın ayetlerini ve Rasulü'nü eğlence konusu edip, bunlarla alay ederler.

Onlar mücrim ve suçludurlar.

Onlar münkeri emreder, ma'rufu yasaklarlar.

Onlar Allah'ın razı olacağı yollarda mallarını infak etmezler.

Onlar Allah'ı hatırlamaz ve zikretmezler. Onlar mü’minleri bırakıp kafirleri dost edinirler.

Şeytan onları tamamen kontrolüne almış ve onlara hakim olmuştur.

Şeytan onlara galip gelip, Allah'ı anmayı/hatırlamayı onlara unutturmuştur. Böylece onlarda Allah'ı çok az anarlar/hatırlarlar.

Onlar şeytanın taraftarları/askerleridir.

Onlar, Allah ve Rasulü'ne düşmanlık edenleri sever, onlara dost olurlar.

Onlar, mü’minlerin zorluk ve sıkıntıya düşmesini arzularlar.

Onların mü’minlere olan buğz ve nefretleri, ağızlarından taşmakta ve dil sürçmelerinden anlaşılmaktadır.

Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri sadece ağızlarıyla söylerler.

Rasulullah (sav)'in onlara ait olduğunu belirttiği bazı sıfatları da şunlardır:

Konuşurken yalan söylerler.

Emanete ihanet ederler.

Verdikleri sözde durmazlar. Sözlerini bozarlar.

Tartışırken aşırıya gider ve karşılarında bulunan kimseyi altetmek için yalan söyler, bağırıp çağırırlar.

Va'dettiklerini yerine getirmezler.

Namazı en son vaktine kadar geciktirirler. Namazı hemen hızlıca kılarlar.
Cemaatle namaza gelmezler. Onlara en ağır gelen namazlar, sabah ve yatsı namazlarıdır.

Yine Allah Teala'nın onlara ait olduğunu beyan ettiği bazı sıfatları şunlardır:

Onlar, mü’minler için hayır dilemekte cimrilik yaparlar. Onlar, korkulacak bir durum (savaş gibi) oldu mu korkuya kapılırlar. Korkulacak şey ortadan kalkar ve güvenli bir ortam oluşursa, bu seferde keskin dilleriyle mü’minleri incitirler. Mü’minlere karşı dilleri en keskin olan insanlar onlardır. Nitekim şöyle denmiştir: Bize karşı cahillik, düşmanlarınıza karşı korkaklık ha: Cahillik ve korkaklık, ne kötü iki haslet! Hiç şüphesiz ki korku onlarında onların kalplerinde gizledikleri açığa çıkar. Güven ortamında ise, kesinlikle bunları gizli tutarlar ve bu çirkinlikleri gizli kalır. Müslümanlar için korkulacak bir durum oluştu mu, bunların kalplerinde bulunan akrepler hemen ortaya çıkar ve gizli bulunan bütün çirkinlikleri zuhur eder.

Onların dilleri çok tatlı, fakat kalpleri çok sert ve acıdır.

Onlar, insanlar arasında sözleriyle hareketleri en çok çelişenlerdir.

Hiçbir zaman onlarda dini iyi bilmek/anlamak ve güzel bir yaşayış/ahlak bir arada bulunmaz.

Her zaman onların hareketleri sözlerini, içleri dışlarını yalanlar ve gizli halleriyle zahiri davranışları birbiriyle çatışır.

Hiçbir hususta gerçek bir mü’min onlara güvenmez; Çünkü onlar, hak veya batılla, doğru veya yalanla her işin bir çıkış yolunu hazırlamışlardır. Böylece kendileriyle beraber yapılacak olan her türlü işten kurtulma bahaneleri hazırdır. Zaten bundan dolayı kendilerine münafık ismi verilmiştir. Bu isim, jerbon denen hayvanın yuvasının ismi olan “nafika”dan alınmıştır. Bu hayvan yuvası için birçok çıkış deliği/kapısı yapar, hangi delikten yakalanmaya çalışılsa, diğerinden kaçar böylece onu yakalamaya çalışan kimse, tek bir delikten hiçbir zaman onu yakalayamaz. İşte münafığa karşı senin halin, suyu kabzetmeye çalışan kimsenin durumu gibidir; hiçbir tarafından onu tutman mümkün olmaz.

Münafıkların en bariz bir özellikleri de çabuk renk değiştirmeleri, halden hale girmeleri ve hiçbir zaman tek bir hal üzere sebat etmemeleridir. Bazen sen hayret eder derecede onu dindar, ibadet ehli, salih ameller yapar ve sadakat/samimiyet üzere görürsün; bir de bakarsın ki bunların tam zıddını yapmaktadır. Hem de sanki bu kötülüklerden başka hiçbir şey bilmemiş ve görmemişçesine… Hiç şüphesiz ki insanların en çok renkten renge girenleri, halden hale girenleri ve bir hak üzere sebat etmeyenleri onlardır.

Onlar gece leş gibi uyurlar, gündüz boyunca da dünyaları için çalışırlar. Ahireti ise hiç düşünmezler.

Onların en bariz özelliklerinden biri de tartışma ve çekişme esnasında sen onları Kur'an ve sünnete başvurmaya davet ettiğin zaman, onlar bunu kabul etmez ve tağutlarına gidip muhakeme olmak için seni davet ederler. Bu konuda Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed), sana indirilen (Kur'an)'a ve senden önce indirilen (kitaplar)a inandıklarını (sözde) iddia edenleri görmedin mi? Kendilerine inkar (ve red) etmeleri emredildiği halde yine de tağuta mahkeme olmak isterler. Şeytan da onları (böylece hidayetten) uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister. Onlara: “Haydi (hakem olarak) Allah'ın indirdiği (Kur'an-ı Kerimi) ne ve Rasulü'ne gelin” dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları (kötülükler) yüzünden kendilerine bir felaket geldiği vakit: “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka (bir şey) istemedik” diye nasıl da Allah'a yemin ederek sana gelirler. Onlar, kalplerinde olan (yalan)ı Allah'ın bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, yine de onlara öğüt ver ve kendileri hakkında tesirli söz söyle.” (en-Nisa 4/60-63)

Onların bir diğer sıfatı da şudur: Onlar, insanların akıl ve görüşleriyle Rasulüllah’ın getirdiklerine karşı koyarlar. Dolayısıyla onlar hem Rasulüllah'ın getirdiklerinden yüz çevirmişler, hem de onun getirdiklerine karşı koymaktadırlar. Onlar iddia ederler ki, hidayet/doğru yol insanların akıl ve görüşlerinde olup, Rasul'ün getirdiklerinde değildir. Şayet onlar sadece onun getirdiklerinden yüz çevirseler ve başka bir şeyi onunla değişselerdi, yine de münafık olurlardı. Peki bununla beraber onun getirdiklerine karşı koyup, hidayetin ondan elde edilemeyeceğini iddia ederlerse nasıl olur!?

Onların belirgin özelliklerinden biri de şudur: Onlar hakkı gizlerler ve hak ehlinin kafalarını karıştırmaya çalışırlar. Onlar hak ehline kendi ilaçlarından vermek isterler. Hak ehli olanlar iyiliği emredip kötülüğü nehyettikieri ve Allah'a davet ettikleri zaman, hemen onları yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmakla itham ederler. Halbuki Allah'da, Rasulü'de ve mü’minlerde biliyorlar ki yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranlar onların ta kendileridirler.

Rasullerin varisleri, onları Allah'ın kitab’ına ve Rasulüllah'ın sünnetine -saf ve bütün şaibelerden arınmış olarak- davet ettikleri zaman; hemen onları bid'at ehli ve sapık diye itham ederler.

Onlar hak ehlini dünya hususunda zahit, ahirete rağbetli ve Allah ile Rasulüne itaatkar gördükleri zaman, hemen onları kötü ahlak, aldanmışlık ve imkansız bir şeyle meşgul olmakla itham ederler.

Onlar hak ehlinin elinde hakkı gördükleri zaman, ona batıl elbisesini giydirir ve insanların ondan uzaklaşmasını sağlamak için çirkin bir kalıp içinde onu aklı zayıf olan insanlara sunarlar. Fakat kendi ellerinde bulunan batıla da hak elbisesini giydirir ve kabul edilmesi için süslü bir kalıpta insanlara onu sunarlar.

Elhasıl: Müslümanlar arasında onlar, saf altın paralar arasında bulunan karışımlı, sahte paralardır ki, insanların çoğunluğunun yanında -sarrafçılıktan anlamadıkları için- bunlar revaçta olur. Ancak insanlardan basiretli sarraflar bunların halini bilebilirler ki, onlar da çok azdırlar.

Hiç şüphesiz ki dinler için bu tip insanlardan daha zararlı hiç kimse yoktur. Dinleri bozanlar da bunlardan başkası değildir. Bundan dolayıdır ki Allah Teala Kur'an'ı kerimde bunların durumunu açıklığa kavuşturmuş, sıfatlarını iyice izah etmiş ve hallerini beyan etmiştir. Onların ümmete çıkardıkları zorluklar şiddetli olduğu ve ümmetin onlarla imtihanı büyük olduğu için Allah Teala tekrar tekrar onları zikretmiştir. Zira onlar ümmetin arasında bulunmakta ve ümmetin onları tanımaya, onlara benzemekten ve onlara kulak vermekten sakınmaya şiddetli bir şekilde ihtiyacı vardır.

Onlar Allah'a seyr-u sülük yapan nicelerinin hidayet yollarını kesmiş, onları helak ve dalalet yollarına sevketmiş, onlara çeşitli vaadlerde bulunarak boş arzularla onları aldatmışlardır. Ancak onların vaat ettiğ şey aldanmak olup, telkin ettikleri dileklerde veyl ve ölümdür.

Onlar vasıtasıyla nice insan şeytan yolunda öldürülmüş, nicelerinin de iman ve takvaları çıkarılıp atılmıştır. Onlardan dolayı kimileri esir düşerek tüm kurtuluş umutlarını yitirmişlerdir. Kimileri de Allah'ı bırakıp kaçmış, başka şeylere yönelmiştir. Heyhat! Kaçış zamanı değildir. Onlarla beraber olmak ayıp ve rezillik olup, onları sevmek Cebbar olan Allah'ın gazabının inmesine ve cehenneme girmeye sebep olur.

Onların avcılarının köpekleri kimi yakalasa ve görüşlerinin pençeleri kime takılsa, ondan din ve iman elbiselerini parçalayıp çıkarırlar ve onun için bela ve perişanlık elbiselerini dikerler. Artık o, mahrumiyet ve şakavet eteklerini yerlerde sürüyerek, gerisin geriye topukları üzere yürümeye başlar ve bunun ilerlemek olduğunu zanneder.

Allah'a yemin olsun ki onlar yol kesen eşkiyalardır. O halde ey saadet ehlinin makamlarına doğru yolculuk yapan kervan, onlardan son derece sakın ve kesinlikle bunu ihmal etme! Zira onlar kasap olup, dilleri bela ve musibet kesen keskin bıçaklardır. Dolayısıyla ey koyun sürüsü, onlardan son derece kaçın! İşte gerçek düşmanlar onlardır, onların bela ve musibetine uğramaktan sakının! Hiç şüphesiz ki bizim onlarla birlikte yaşamamız kaçınılmazdır. Onlarla bir arada yaşamanın en büyük hastalık olmasına rağmen, bizim bundan başka bir çaremiz de yoktur.

Onlar kendilerini, cehennemin kapısında duran ve ona davet eden cehennem davetçileri yaptılar; onların davetine icabet edenlere helak olsun!

Onlar cehennemin etrafında, bütün süs ve çekiciliğiyle beraber ağlarını kurdular; onların ağlarının süs ve çekiciliğine aldananlara veyl/yazıklar olsun!

Onlar ağlarını kurdular.. İplerini uzattılar… Ve çağrıcıları şöyle çağırdı: “Ey koyunlar sürüsü, haydin helaka! Haydin yokolup ziyana uğramaya!” Bütün koyanlar koşuşarak onlara doğru yarışa girdiler ve onlarda koyunları sulamak için tatlı kaynaklara değil, azap havuzlarına götürdüler… Onlar bu koyanları, helak ve belanın en büyüğüne sattılar. Ve onlara dediler ki: “Haydin perişan bir vaziyette bu alçalmışlık kapısından girin ve: “Bizim günahlarımızı bağışla” demeyin; zira gün, bağışlanma günü değildir.”

Muhakkak ki hayret edilmesi gereken kişiler bunların ip ve ağlarına tutulan kişiler değil; onların tuzaklarından kurtulabilen kişilerdir. Bedbahtlığı kendisine galip gelmiş ve bunun için yaratılmış olan bir kişi, bunların tuzaklarından nasıl kurtulabilir ki?

İşte şüphesiz ki bu tabakayı oluşturanlara, ancak Allah'ın kendilerini yerleştirmiş olduğu perişanlık ve alçalmışlık yurduna yerleştirilmeleri ve küfür ile inat ehlinin makamlarının en aşağısına indirilmeleri yaraşır.

Muhakkak ki kulun iman ve marifeti oranında, bu tabaka ehlinden olmaktan korkusu da artar. İşte bundan dolayıdır ki ümmetin önderleri ve öncüleri olan ashab, bunlardan almaktan yana kendi nefisleri hakkında şiddetli bir korkuya kapılırlardı. Nitekim Ömer bin Hattab (ra) şöyle derdi: “Ey Huzeyfe, Allah hakkı için söyle: Rasulüllah onlar arasında benim adımı da zikretti mi?” Huzeyfe dedi ki: “Hayır. Fakat senden sonra hiç kimseyi tezkiye etmeyeceğim.” Yani; senden başka bu hususta hiç kimseye bir şey söylemeyeceğim. Yoksa bu: “Senden başka hiç kimse münafıklıktan beri değildir” anlamında anlaşılmamalıdır.

İbni Ebi Melike de şöyle der: “Ben Rasulüllah (sav)’in ashabından otuz kişiyle karşılaştım, onların hepsi de kendi nefisleri hakkında nifaktan korkarlardı. Onlardan hiç biri: “Cebrail ve Mikail'in imanı üzere olduğunu” söylemiyordu.” (Buhari; İbni Hacer, Fethü'l-Bari, 1/109)

 Ibn-i Kayyum El-Cevziyye(Rha)
Devamını oku...