ATALARI ÜZERİNDE BULDUĞU YOLA KOYULMA
“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki,) ya atalarınızın aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
İnkâr edenlerin örneği, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu ve bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvanın)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bundan dolayı akıl erdiremezler.” (Bakara, 2/170–171)
Bu tablo, bu durum ve bu tavır, öteden beri gelen ve hâlâ devam eden bir karakterin hep aynı olan, hiç değişmeyen görüntüsüdür… Hangi ortamda, hangi şartlarda ve hangi çağda olursa olsun, bu şirk koşan müşrikler ve bu inkâr eden kâfirler, Allah’a ve Allah’ın dinine davet edildiğinde, tepkileri pek aynı olmuştur: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız!”
Allah’ın indirdiği hükümleri reddeden ve onlarla hükmetmeyen atalar… Egemen oldukları ülkelerde ve beldelerde Allah’ın indirdikleriyle değil de, ilâhlaştırdıkları hevâlarının hükümleriyle hükmeden atalar… Bundan dolayı Kâfir, zalim ve fasık olan atalar… (Mâide, 5/44,45,47) Yegâne Rabb ve İlâh olan Âlemlerin Rabbi Allah’dan gelen vahyi ve onu tebliğ edip davet eden Rasulü (s.a.s.)’i inkâr eden atalar…
“Onlara ne zaman bir ayet gelse, derler ki: ‘Allah’ın Rasullerine verilenin bir benzeri bize de verilene kadar biz, kesin olarak iman etmeyeceğiz.’ Allah, Risâletini nereye vereceğini daha iyi bilir.” (En’âm, 6/124)
“Sonra birbiri peşi sıra Rasullerimizi gönderdik. Her ümmete kendi Rasulü geldiğinde, Onu yalanladılar.” (Mü’min, 23/44)
“Eğer yalanlarsanız, sizden önceki ümmetlerde (Rasullerin çağrısını) yalanlamışlardı.” (Ankebut, 29/18)
“Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar, seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
Andolsun, senden öncede Rasuller yalanlandı. Onlara yardımımız gelinceye kadar, yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah’ın sözlerini değiştirebilecek yoktur.” (En’âm, 6/33-34)
Eşi, benzeri ve ortağı olmayan Âlemlerin Rabbi Allah’a şirk koşan ve Allah’ın indirdiklerini inkâr eden atalar, kendileri şirk ve küfür üzere oldukları gibi, şirk ve küfrü, kendilerinden sonra gelen nesillere miras bıraktılar ve vasiyet ettiler…
“Nuh (dedi ki): ‘Rabbim, gerçekten onlar, bana isyan ettiler. Mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şey arttırmayan kimselere uydular.
Ve büyük büyük hileli düzenler kurdular.
Ve dediler ki: ‘Kendi ilâhlarınızı bırakmayın. Bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i.’
Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp saptırdılar. Sen de, o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.” (Nuh, 71/21-24)
Müşrik ve kâfir ataları böyle idi!..
Allah’ın verdiği akıl nimetine karşı nankörlük eden ve bu nimeti kullanmayan atalar… Akletmeyen, dosdoğru yolu bırakıp eğri yollara sapan ve saptıran atalar… Tevhid’in yerine şirki, iman’ın yerine küfrü, İslâm’ın yerine tağutî düzenleri ve hakkın yerine bâtılı seçen atalar…
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve Rasul’e gelin’ denildiğinde: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter’ derler. (Peki,) ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?” (Mâide, 5/104)
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denildiğinde, derler ki: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?” (Lokman, 31/21)
“Hayır, dediler ki: ‘Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izleri üstünde doğru olana yönelmiş (kimse)leriz.’
İşte böyle, senden önce de (her hangi) bir memlekete bir Rasul göndermiş olmayalım, mutlaka onun refah içinde şımarıp azan önde gelenleri (şöyle) demişlerdir: ‘Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine uymuş kimseleriz.’
(O, Rasullerden her biride şöyle) demiştir: ‘Ben size, atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsam da mı?’ Onlar da demişlerdir ki: ‘Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye kâfir olanlarız.” (Zuhruf, 43/22–24)
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın Rasulleri ve en son Rasulü Muhammed (s.a.s.) ile gönderdiği vahyi, hükümleri, ayetleri inkâr edip ya da çağdışı sayıp bir yana bırakıp geçersiz kılarak, şeytanın kendilerini çılgınca yanan ateşe davet ettiği, onların da bu davete icabet ederek kabullendikleri atalarının izini tâkip edenler… Atalarını izinden gidenler ve onların bıraktığı şirk düzenlerine tabi olanlar… Müşrik ataları gibi davranıp, kendilerini Allah’a ve Allah’ın nizamına davet eden “Peygamberlerin varisleri olan” Muvahhid mü’minlere cevabları. ‘Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz (davet ettiğiniz) şeye kâfir olanlarız!”
“Peygamberlerin varisleri olan” muvahhid mü’minler, yegâne önderleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in kendilerine bıraktığı ve sımsıkı sarıldıkları “Kur’ân ve Sünnet’e” davet etmektedirler!.. (İmam Mâlik, Muvatta, Kitabu’l- Kader, Hds. 3.)
Atalarının izinde olan, Allah’ın indirdiği nizamı beğenmeyen ve asla sosyal hayata karıştırmayan çağın egemen güçleri, atalarının bırakmış olduğu anlayışa, inanca, yola, ilkelere ve düzene sıkı sıkıya bağlı kalıp koruyacaklarına andlar içmekte, sözler vermektedirler… Bunların, ömür boyu andlarına ve sözlerine sadık kaldıkları malumdur…
Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarını uyarmaktadır:
“Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekten o, sizin için apaçık bir düşmandır.
O, size yalnızca, kötülüğü, çirkinliği-hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara, 2/168–169)
Rahmân Allah Azze ve Celle’nin hükümlerine karşı tavırlı olup, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaatten yüz çevirenler, böylece Allah’ın sevmediği kâfirler olanlar, kendilerine kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı isyan etmeyi emreden şeytanın adımlarını izleyenlerdir… Böyle bir kötülük ve zulmü kendilerinden sonra gelen nesillere miras bırakan atalarını izleyenler, elbette onlar gibi olurlar… Yani, insanların apaçık düşmanı olan şeytanın izini takib etmiş olurlar… Şeytanın izini takib edenler, şeytanın izinden gitmekte ısrarlı olanlar, her çağda hüsrana uğramış, dünyada ve ahirette zarar etmiş kişiler ve toplumlar olmuşlardır!..
Rabbimiz Allah buyurdular: “Asra andolsun. Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak iman edip salih ammelerde, bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.” (Asr, 103/1–3)
Allah Teâlâ, bâtılı hakka, şirki Tevhid’e, küfrü imana, tağutî ve cahillî düzeni İslâm’a tercih eden, şeytana itaat eden atalarını izleyenlerin, dolayısıyla hakikatı ört-bas edip alabildiğine günahlara düşkün olanlara şeytanların inip onları azdırdığını beyan buyurmaktadır:
“Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, gerçeği tersyüz eden, günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.” (Şuara, 26/221–223)
Yüzyıldan beridir, İslam toprakları işgal edilmiş, parçalanmış ve her bir parçasına -bir, iki bölge hariç - birer tağut egemen kılınmıştır… Büyük şeytana tabi olup, itaat eden yerli egemen tağutlar, atalarının izinden giderek, İslâm’a aid olan bütün değerleri saf dışı bırakarak o yüce değerlerin yerine cahiliyyenin ilkelerini yerleştirdiler… bu topraklarda esaret altında yaşamaya gayret eden müslümanlar, egemen zalim tağutların zorlaması ve zulmüyle İslâmî değerlerin yerine şirk ve küfre dayalı ilkeleri hayatlarında uygulamaya kendilerini mecbur hissettiler… Bu şirk ve küfür ilkelerine karşı direnemeyen kitlelerin nesilleri, tağutî anlayışları benimsedi ve her geçen günde çok daha bozulmalar ortaya çıktı…
Cahiliyete aid her ne varsa ayaklarının altına almaları gerekirken, cahillî düzenleri benimseyip, siyasî, ekonomi ve hukukî olarak onu ayakta tutmaya çalışır oldular!..
Rasulullah (s.a.s.), “Vedâ Hutbesi”nde:
“Dikkat edin! Cahiliyet işlerine aid her şey ayaklarımın altına konmuştur.” buyurduğu malumdur… (Müslim, Hacc, 19/147)
İslâm Milleti’nin önderi Rasulullah (s.a.s.) böyle yapmıştır… O hâlde, O’na itaat etmek üzerlerine farz olan Ümmetin her mü’min müslüman ferdi de önderlerini örnek edinip O’nun gibi yapmalıdırlar…
Rabbimiz Allah şöyle emrediyor:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin!” (Nisâ, 4/59)
“Kim Rasul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80)
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)
Rabbimiz Allah’ın emri bu: En güzel örnek olan önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’e itaat etmek !.. O’nun Sünneti’ni uygulamak ve hayatı, Kur’ân’ın uygulanışı olan Sünnetine göre düzenlemek!.. Mü’min müslümanların kulluk vazifesi budur ve hangi şartlarda olursa olsun üzerlerine düşen bu vazifeyi imkânları dâhilinde yerine getirmeye gayret etmelidirler…
Merhamet olunmuş vasat Ümmetin her mü’min müslüman ferdi, önderi ve örneği olan Rasulullah (s.a.s.)’i takib etmek, O’nun izinden ayrılmaması gerekir… Çünkü her gün kılmış olduğu beş vakit namazın her rek’atında okuduğu “Fatiha Suresi”nde şöyle duâ eder:
“Bizi, dosdoğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna.” (Fatiha, 1/6–7)
Allah’ın kendilerine nimet verdikleri şahsiyetler, bu duâyı yapan mü’min müslümanlardan önce yaşayan kişilerdir… Bundan dolayı duâ sahibi, kendisinden önce gelip geçmiş olan ve Allah’ın bir lütfu olarak nimetlere kavuşanların gittiği yoldan gitmek istemektedir… Onları izlemek ve onların izinde olmak arzusundadır…
Şirk ve küfür cebhesinin inkâr edici insanları, kendilerinden önce yaşamış müşrik ve kâfir atalarını üzerinde buldukları batıl ve sapık yola uymaktadırlar… Tevhid, İman ve İslâm cebhesinin muvahhid mü’minleri ise, öncüleri olan ve Rabbleri Allah tarafından kendilerine nimet verilmiş olanların yolundan gitmeyi dilemektedirler… kimdir bu nimet verilenler?..
Rabbimiz Allah Teâlâ, bu soruya şöyle cevab veriyor:
“Kim Allah’a ve Rasul’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar! Bu fazl (bol ihsân), Allah’dandır. Bilen olarak Allah yeter.” (Nisa 4/69–70)
Allah’ın kendilerine nimet verdiği, Allah tarafından en güzel bir şekilde rızıklanan şahsiyetler, Peygamberleri, sıddîkler, şehidler ve salihler olduğu apaçık beyan edildi… Elbette ki, Rabbimiz Allah’ın, sapasağlam kulluklarından dolayı nimet verip takdir ettiği bu şahsiyetlere arkadaş olmak ve bu güzel arkadaşları dost edinmenin bir bedeli, olmazsa olmaz şartı vardır: Allah’a ve Rasul (s.a.s.)’e itaat etmek!..
Bu şart yerine gelip, istenilen bedel ödendikten sonra o güzel arkadaşlarla beraber olmaya ve nimetleri hakk etmeye mazhar olunur… Bu da, emrolunduğu gibi dosdoğru olmak ile gerçekleşir… (Hud, 11/112) Dosdoğru yolda yürüyen ve dosdoğru olanlarla beraber olmak, onların izinde bulunmak, katıksız iman sahibi salih kulların dileğidir… Bu mü’min müslüman kullar, şirk koşan ve küfreden atalarını, kavimlerine terk eder, Tevhid ehli olan muvahhidlerle beraber olurlar…
Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerden olan Yusuf (a.s.) gibi davranır ve O güzel arkadaşla beraber olmayı arzu ederler:
“(Yusuf dedi ki:) ‘Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların tâ kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim…
Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un dinine uydum. Allah’a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lûtfu ve bir ihsânındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler.” (Yusuf,12/37–38)
Allah’ın Rasullerinden ve İslâm Peygamberlerinden biri olan Yusuf (a.s.), kendilerine ve insanlara Allah’ın bir lûtfu ve bir ihsânı olduğunu beyan ettiği hakikata bir kez daha çok dikkat edelim:
Allah’a katıksız iman etmeyen ve imanının gereğini yapmayan, dolayısıyla hesap günü olan ahiretide tanımayan bir topluluğun din edindikleri bâtıl ideolojilerini, sapık düzenlerini terk etmek gerekir!.. Bu, bir mü’min müslüman için olmazsa olmaz bir şart ve değişmez bir ilkedir!..
Küfür ve şirkin her türlüsünü red edip terk edince, iman etmek gerçekleşir… önce tağutun terki, sonra Allah’a iman!:
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şübhesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a iman ederse, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)
Hiç şübhesiz, “Lâ ilâhe illallah” demenin, kalben tasdik ve dil ile ikrar etmenin gerçeği budur… Bu gerçek hâl ile de isbat edilmeli, yani hâliyle imanlı olduğu ortaya konulmalı, imana, Tevhid’e aykırı fikir, söz ve fiilde bulunulmamalıdır… Fikriyle, sözüyle, fiili ve ameliyle kalbinde taşıdığı imanını tasdik edici hal ve hareketlerde bulunmalı, imanını zedeleyici bir tavır göstermemelidir… Hayatını, bu sağlam akîde üzerinde, bu sarsılmaz temel üstünde inşâ etmeli ve salih ameller ile sağlamlaştırmalıdır…
Bunu gerçekleştiren muvahhid mü’minler, kendilerinden önce yaşamış, Tevhid, İman ve İslâm üzere yaşamış olan öncülerine uymalı, onları kendilerine örnek edinmeliler… Onların üzerinde bulunduğu dosdoğru dine, yani İslâm’a uymalı, indirilen vahye göre davranmalılar…
“Şu hâlde, sana vahyedilene sımsıkı tutun. Çünkü sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.” (Zuhruf, 43/43)
“Sana vahy olunana uy ve Allah, hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.” (Yunus,10/109)
Mü’min müslüman kul, vahye uyacak ve indirilen Kitab’ın, yani Kur’ân-ı Kerim’in hayata uygulanışı olan Sünnet’e uyacak, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat edecek, böylece nimet verilen önderlerle beraber olacaktır…
Egemen zalim tağutlar tarafından vatanları işgal edilmiş, tağutların zulüm ve işkenceleri altında esaret hayatı yaşayan mü’min müslümanlar, müşrik ve kâfir atalarının izninden giden, onların bıraktığı şirk mirasına göre yönetenlerden bütün ilişkilerini kesmelidirler… Onların din haline getirdikleriyle ve uğrunda canlarıyla mallarını verdikleri bâtıl ideolojilerini ve sapık düzenlerini terk etmelidirler…
“Ey kâfirler, sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kâfirun, 109/1,6) demeli ve bunu ameliyle gerçekleştirmelidir… Şirk ve küfür düzeninin bütün kurum ve kuruluşlarından ilişkisini kesmelidir… Yolunda olmak istedikleri, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerden biri olan İbrahim (a.s.) ve O’nunla beraber olanlar gibi olmalı mü’min müslüman şahsiyetler… Çünkü Rabbimiz Allah Teâlâ, dost edindiği İbrahim (a.s.)’ı ve O’nunla beraber olanları mü’min müslüman kullarına örnek yapmıştır…
“İbrahim ve O’nunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.” (Mümtehine, 60/4)
Yusuf (a.s.)’ın dinine uyduğu atası Halilullah İbrahim (a.s.)’ın tavrı bu idi!.. Muvahhid mü’minlerin de örneği İbrahim (a.s)’dır… Onlar da, İbrahim (a.s)’a uymak ve O’nun gibi davranmak ile vazifeli kılınmışlardır… Atalarının bâtıl ideolojisine ve sapık düzenine uyan, müşrik atalarının izinden yürüyen ve tağutî anlayışı din edinen bir topluluğun dini kesinkes terk edilmeli ve o zalimlere asla meyledilmemelidir…
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’dan da başka velileriniz yoktur, yoksa yardım göremezsiniz” (Hud, 11/113).
Müşrik atalarının yolu olan şirk üzerinde sabitleşen ve o yolu takib edenler, en büyük zulmü işlemiş ve en korkunç zalimlerden olmuşlardır… Çünkü: “Şübhesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13) Bu zulmü işleyenlerden, her türlü kötülük beklenir… Zaten onlarda bu beklentinin yanlış olmadığını her hâlleriyle ortaya koymakta ve her türlü zulmü işlemektedirler…
Mü’min müslümanlar, bunlardan uzak durmalıdırlar!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder